İBRETLİK BİR ŞİİR !..
Masal bu ya…Zamanın birinde bir yerlerde, beş kardeşin en küçüğü olan bir zat-ı muhterem yaşarmış.
Doğduğunda, annesi 40 yaşında olduğundan, karı koca biz bunun mürüvvetini görmeyiz diye hep el üstünde tutmuşlar. Allah ömür vermiş evlendirmişler.Çoluk çocuğa karışmış. Ve bu zat-ı muhterem bir gün çocuklarından birine dernek yapmış. Dernek dağılınca akşam kim ne getirdi, ne taktı tek tek incelemişler.Ertesi gün ayaklı gazeteye vermişler haberleri… “Biz falancaya küçük altın takmıştık,yonca getirmiş, falancaya 2 altın takmıştık 1 altın getirmiş”diye orda burda laf etmeye başlamışlar. Bahsettikleri kişilerden biri de öz be öz yeğenleriymiş… O ay, 7 tane derneğe küçük altın yaptığından ve altının birini de kızına takarız diye düşündüğünden 1 altın takmış yeğen…. Ama bu lafları duyunca ayaklı gazetelerden sarrafa koştuğu gibi 1 altın kapmış ve yollamış ALTIN AVCILARINA… Çok zoruna gitmiş çooooooooook.... Ve almış kalemi eline bir destan yazmış…Kaleminden de korkulurmuş haaaaa.... Masal da burada bitmiiiiiiiiiiş ALTIN AVCISI Böyle küstahlık görülmedi hiç bu yörede. Hem de yapan öz amcam,yok böyle şey törede. Altınının üstüne yoksa yatacak mı sandın ? İnsan gibi sorsaydın ya bana,madem insandın ! Hiç mi utanmadınız bunun lafını ederken ! Kefeninize koydurun öte tarafa giderken ! Dilenciler duymuşlar,acımışlar çok sana. “Altın Avcısı” adın, Başka isim yok sana. Yargıladı bil ki seni,vicdanımın savcısı. Ne de yakıştı bu ad sana “Altın Avcısı” Değiştin ya yeğenini,ufacık bir altına. Döşek yapıp da ser artık,altınları altına. Ne söylesem boş artık,sen yolunu tutmuşsun. Bu dünyada ölüm var galiba unutmuşsun. Gerçi onu da gördün ! Hiç göz yaşı döktün mü ? Ne zamandır babanın,kabrine diz çöktün mü ? Tabi erdin muradına,henüz baban sağ iken. Mülk sahibi olmak sana,erişilmez dağ iken. Seslenmedi kimse sana,ellerinde büyüdün diye. Abilerin ve yengenler,sana en büyük hediye. Ananı emmeden önce,yenge sütü tatmışsın. Çoğu zaman yengenlerin,kucağında yatmışsın. Ağabeylerin evlenirken,bir göz odaya girmişler. Ev düzme denen şeyi,senin düğünde görmüşler. Hep en küçük olmanın avantasını yedin. Köprüyü geçene dek,hepsine abi dedin. Babanla küs gitti,bir abin senin yüzünden Helal sana bir abinin daha düştün gözünden Umurunda mı artık senin,abi ve yengelerin. Ama bil ki çok yakın,değişeceği gün dengelerin. Ben almıştım sana izni,evi tamir etmek için. Hiçbir engel yok önümde,şikayete gitmek için. Sigortayla maliye,çöksün de gör başına. Bakacaklar mı görürsün,feryat ve göz yaşına. Topladığın altınlar,haydi seni kurtarsın. Bir tek çeyrek altınla,bu işten zor yırtarsın. Ama ben sen değilim,senin gibi alçalamam. Karaktersiz insanlarla,karakter ölçülemem. Yapmam asla böyle bir şey, tuzum kuru Sanma yeter. Dünya yalan ölüm gerçek,mala mülke kanma yeter. Elveda Altın Avcısı,bir daha yolumuz çakışmaz. Altından hafif insanla,uğraşmak bana yakışmaz. ALTIN AVCISININ KARISI... Gelelim her çıbanın, başı olan kişiye. Düşmemeli asla söz, erkek varken dişiye. Müstakbel Fatma Hanım, sana bütün sözlerim. Seni hiç görmemeye, yemin etti gözlerim. Artist olmalıydın sen, iyi rol yapıyorsun. Ayılıp bayılırken, parsayı kapıyorsun. Bayıldığın doğrudur, ama yalnız paraya. Sebep oldu bu huyun, kalbindeki karaya. İlk kurbanın kocandı, az saf geldi inandı. O senin hep gerçekten, bayıldığını sandı. Acıyarak haline, gönüllü kölen oldu. Bu ona bir eziyet, sanaysa şölen oldu. Sonra rahmetli dedem, düştü senin ağına. Çabucak kanıverdi, piyazına yağına. Hamileyken kızına, dizlerine yatardın. Göbeğini dinletip, kahkahalar atardın. Zavallı dedeciğim, çok çabuk kandı sana. Zafere giden yolda, ilk ışık yandı sana. Acındırdın kendini, bilerek yaptın bunu. Böylelikle kaptın hep, beleş yağı ve unu. Nene Dede yıllardır, hep sizi kolladılar. Ellerine ne geçse, gizlice yolladılar. Yağ, un, şeker, çay, para, hepsi küçük şeylerdi. Bunlar senin gönlünü, belki biraz eylerdi. Senin asıl hedefin, evlerin tapusuydu. Evsiz barksız olmanız, bir şantaj kapısıydı. Sonunda kandırdınız, dedeyi ayaküstü. Bu duruma ilk önce, Mustafa amca küstü. Küssün varsın ne çıkar, dediniz içinizden. Yürümeye hep devam, ettiniz aynı izden. İşler düzgün giderken, nedense hiç bayılmadın. Herkes çözdü numaranı, bir tek sen ayılmadın. Yalancı çoban gibisin, sonun ona dönecek. Onu kurtlar yemişti, senin de mumun sönecek. Ama vaktin var daha, birkaç kalp kırmak için. Sülaleyi dağıtma, hayali kurmak için. Pederi de küstürdün, yeri vermem diyerek. Doyacak mı aç gözün, tüm malları yiyerek. Siz en büyük yanlışı, bana çatmakla yaptınız. Benim sabır taşımı, çatlatmakla yaptınız. Bardağı taşırdı en son, şu küçük altın işi. Değerini belli eder, yaptığıyla her kişi. Elli milyon liraymış, ikinizin değeri. İnan daha fazla eder, atın bile eğeri. Haysiyet ve onuru, ayakaltına aldınız. Demek çok muhtaçtınız, bir altına kaldınız. Aslında iyi oldu, Fatma Hanım yaptığın. Böylelikle anlaşıldı, para-pula taptığın. Hayır topla istersen, alıp eline bir tepsi. Senin olsa ne yazar, Savaştepe’nin hepsi ! Hep hazıra kondun zaten, hiç kendini yordun mu ? Eltilerin bu hale, nasıl gelmiş sordun mu? Tarlaları mesken tutup, yıllarca çalışmışlar. Sabredip zorluklara, yokluğa alışmışlar. Kuruş kuruş biriktirip, bu günlere gelmişler. Çok ağlamışlar ama, bak sonunda gülmüşler. Bozmamış onları hiç, çektikleri eziyet. İşte sen de yok malesef, onlardaki meziyet. Belki de bu şiiri, okuyunca bayılırsın. Ne de olsa bu işte, tam bir usta sayılırsın. Ama bu kez ne olur, tam bayıl bayılırsan. Biz kabre gömelim de, orda ayıl ayılırsan. Bundan ağır söz olmaz, gerek yok başka söze. Aklın başına gelir, inince perde göze. Ölene dek ayrıldı, sizinle yollarımız. Bir tek gerçek dostlara,açıktır kollarımız. Uyanık fırsatçıdan, bize asla dost olmaz. Deriniz mundar sizin, seccadelik post olmaz İsmail SIKICIKOĞLU K.S |