KITMİR VE GÜL....
Ey Sevgili;
Zannedermisin ki, Kıskançlığa neden olanın yanağındaki renksiz mum, Senin; o dolunay kadar parlak ışığını görüp Sana yanması, senin fıtratına yakınlaşması, Darbeler karşısında bile, yıkılmadan ayakta kalışına Hiç reva mıdır?... Sana kavuşma gecemde, hani o şeb-i arus saatlerimizde Sana pervane olacak, kelebekler gibi etrafında Pervane olup en güzel renklerini sana izhar edip Renk cümbüşüyle gözlerini kamaştıracak Yine benim bu gönlümdür…. Acaba sarhoşluğumun sebebi, Senin güzelliğinin kadehimidir söylesene.. Ve Ey sevgili; Gönlümün kan dolu olmasının sebebi Kırmızı dudağın mıdır? Hangisi sence? Dudağının kırmızılığının özlemiyle Yolunu bir Veda Tepesindeki o kutlu zaman dilimindeki Bekleyiş türküleri gibi ahu zarım içten yanık bir iniltiyle Mırıldanırken o suskun halinin ardından; Gözler hep kan oldu Senin o SOĞUK esen, Hem kokusuz hem de renksiz rüzgarından…. Ey Sevgili; Gözümdeki, günahkar ama Bir o kadar da samimi gözyaşım var ya; Gönlümdeki kırmızı renginin madeninin Yakut ile donatılmış mücevheri oldu hep. Sensizliğin girdabında sessizce Sükut çığlıkları attığım o daracık yüreğimde Geceleri kendime yazdım, adadım yalnızca Seninle geçecek tüm gecelerime… Öyle ki bu gece; O zulmedici gecenin Padişahına çok yalvardım Ver Rabbim şu kıtmire de bir ferahlık diye. Sözüm kabul gördü mü bilmem amma Bu yüzden bu gece, o beyaz renkli gerdanında Dokunma şerefiyle şerefyab olduğum benlerini seyrettim Ne kadar âlem ve gezegen varsa kâinatta özlemle yandılar. Bu gece, o kartala benzeyen sevgiliyi gördüm Şaşkınlıktan dilim tutuldu, Kelam edecek kuvvetim kalmadı. Mecazi güzelliğin yanağından da öte Hakikat yüzünü göstermekte ve gönlüm Senin özel oluşunun rengiyle Sakinleşmekte…. Sen benden vazgeçmezsin bilirim, Sen ki Babil kulelerini kapsayan asma bahçelerinden Ve Yeryüzünde bugüne değin yapılan Ve yıkılmaz zannedilen İrem bahçesinden vazgeçersine Perişaniyetini o gül kokunla giderir, Sertliğinin mizacıyla yoğurur ama Yine de; ben bir Kayıp Gül edalı Suskun Prensesim diyerek Vefakar namını bir kez daha yenilersin.. Ey süzgün bakışına ram olduğum Sevgili; Hani geçenlerde bana Üstü kapalı bir şey söylemiştin de Sert esen rüzgarlar yerini tipi ve fırtınaya bırakmıştı Yaz gelmesinden ziyade kalplere hala kar yağarken Düşünceler harap bir halde donakalmıştı. Ne olur bir kez de gel, gel ki Bu dert ve gam dolu göğsümden geçiver. Ayrılık estiren gül bahçesi gezintisine hiç meyletme Gönlünü sakın akıtma. Aşk ızdırabımın tabibi, hasta gönlümün nabzına baktı Sinemin üzerine yanık yaraları açarak iyileştirmeye çalıştı. Ama senin yokluğundan olsa gerek derdime derman olamadı…. Ey bu en güzel günlerde çağlamakla meşgul iken Bilinmezlik yüzünden ağlayan aşık; Sen onun Everest’e benzeyen saçlarına bağlandın Kalp Hücresi okulunda sana mecnun dediler Ve Ey gönül kuşum; senin güzellik bağında avlanman için Saçının tuzağında, tenindeki ben, O Gül kokuna bir yem olarak imdada yetişir. Ağlayan Muradın, senin bulunduğun her bir yerin gedasıdır Her bir köşe başındaki sokak lambasıdır ve Sensiz geçen zamanların zekatını almak için Ah dilenmeye gelmiş, kapındadır. Zayıf ve yordun bedenim, Senin gelip geçeceğin yola döşenmek için yıpranıp durmuşken, Bir ses versen…. Ey suskun prensesim! Aşkının ateşinin açtığı yanık yaraları, bir Nilüfer gibi, Sinemin içinde saklı ve de gizli. Kemane kaşlarındaki cezbe, intizamın heybeti ile Tamamen ortaya çıkıverdi. Gözyaşım ki, ben’inin özlemiyle deryalara dönüştü. Ve Ey Kayıp Gül’üm, O sütten beyaz gerdanının hayaliyle Yeniden bizim şarkımızı söyle. Rüzgâra sözünü dinletip gel şu sineme tohum ek O bal dudağına talibim ve zehrini içmeye geldim O bal dudağın şarabından Kendimden geçmeye geldim. Sen de benimle bu aşk zehrini kana kana içmeye Gelir misin…. Murat AYDIN 04.Aralık.2013-Bursa…. (Kayıp Gül ile ilgili son şiirimdi…..) |
keşke bölseydi dedim şair