Gece Saçlı Kadın...
Zifiri bir karanlığa boğulmuştu dünya. O kadar karanlıktı ki göz bebeğinden bile geceydi aslında güneş … Hayal meyal hatırlıyordu çocuk burnunu sızlatan özlem dolu kokudan kızın yüzünü. Grileşen gölgelerden gün batımı daha da matlaşmıştı sabahın ilk ışıklarında.
Nasıl olur diye geçirdi içinden çocuk! Çoktan terk etmişti gök yüzünü yıldızlar ve aydınlanmalıydı şimdiye kadar odasının hüznü…yolunda gitmeyen bir şeyler olmalıydı mutlaka. Yoksa kainat bile küsmüş olamazdı içinde sakladığı o yalnız, o kimsesiz, o hıçkırıklarla sağırlaşan, ağladıkça kendi göz yaşlarıyla boğulan çocuğa… Hayır hayır! Tanrı bu kadar acımasız olamazdı kendi yarattığı bir insana… Yine de tarifsiz bir huzur salınıyordu çocuğun sağ omzundan yanaklarına. Beline dolanan gecenin kolları huzur veriyordu hala bir türlü kavuşamadığı aydınlığa. Derken aydınlandı kainat birdenbire…ah be sevdiğim, o çocuk benmişim meğer. uyanmasaydın keşke benden önce ve yüzüme kapanan gece saçların aydınlatmasaydı gökyüzümü yeniden…aldırma sen güneşe, hadi gece saçlarını ört gözlerime, uyuyalım biraz daha… |