Orada öyle göğe kilitlenmiş gibi duran ay'dan her gece gök taşı düşerdi
Duvarları deler geçer titreşirdi gözleri loş ışıkta
uyuşuk olmayacak kadar yani pire misali atlayıp zıplamak ona mahsusmuşcasına temas kurdu mu gözleriyle yollar açılırdı önünde düşe kalka girdaplara dalarak atlaya atlaya hendeklerden ya deveyi güdecek ya tutacaktı elleriyle güneşi elleri yana yana bakışlarının dolunca vadesi usulca akar denize bir top ateşmişçesine ılınırdı su akıl karı değilken vadi yeşili gözleriyle yeşile bürünen çevrede bir çeşit sıçrama tahtasını bırakıp basamak basamak akrep çiyan dolu tozlu yollarda seke seke yürüyüşü başlayıp da kırk ikindi yağmurları herkes kendine kaçışırken o hüznün barınağına sığınırcasına kalırdı orta yerde savunmasız yeniden göz teması kurduğunda sevdiğinin gözleriyle kulağını göğe dayayınca her gece duyardı seslerini ay’la konuşup gülüşmelerini yağmurlar yağar yağar süzülürken saçlarından öyle bir gülerdi ki şafak rengi yanağından bilirdik ki sabahtır asılı kalmışken ruhu gök gözleriyle aleym- i semalarda o saatlerde eğer geceyse gökten irili ufaklı gök taşları düşerdi ay’dan işte o zaman yüzünün nervürlerinden akan göz yaşları çenesine doğru süzülür yol bulur akarken ağlayan Palyaçonun sonra paha biçilmez bir gök taşı olan ay’la söyleşir gülüşürlerdi sanki biraz evvel ağlayanlar onlar değilmişçesine... Yüksel Nimet Apel 1/Kasım/2013/Cuma/Bodrum |
çenesine doğru süzülür yol bulur akarken
ağlayan Palyaçonun
Şiirinizin farklı bir konusu vardı.
Gönül sesinizi beğeniyle okudum.
Kaleminiz var olsun.Selam sevgiler.