Müzmin Acılar Sergisindeki En pahalı Hüzün
( Bakar mısınız? )
Seninle Aynı Ümidi Hiç Bölüşemeyeceğiz Değil mi? ( Nasıl Gidebilirim oraya?) “gerçekleri biliyorsun söylemi” sahife sabahın altısı yaralı göçüğü iyi dinle işin aslı ben kör bir marangozum ( Şuradan dönün. Bakın bir ağaç, kovuğu dalında...) Bazen, sanki hep arkamdan kovalıyorlar Gibi o cümleler; şöyle : “dur yoksa!” Bir daha geçer miyim bilmiyorum sınırından - İyi günler İmge perisi. Hakkınızda arama emri var. Ne olur zorluk çıkartmayın, ne bize, ne ruhumuza. ( Anladım. Gidiyorum. ) Her seçeneğin mağrur bir zaafı var Korkuyorum anımsamaya ve anımsatmaya: “Hangi ayağım çukurdaydı…” Beleşse hadi kutsa İlle de omuzlarından başla ( İşte burası belki de. Kuruyan, kurumuş ne varsa, çullanmış. ) Sandığından daha çirkin alın yazım Okunaksız ve düşünceli Filleri ve zürafaları sevmem de kurtarmıyor bizi Ya da süratle hoşlansak da bir kelebekten Yine de imzalayıp postaya verecekler yaşadıklarımızı (Soluklan. Soluklan, elde avuçta kalmış bir kaç nefes hakkıyla. ) Bak seni kimlerle tanıştıracağım bu gece Kale : düz gider, düz gider, ham yapar Piyon : bir bir gider, bir bir ölür, bazen utangaçtır Vezir : yaşlanmış rastlantılarla anılır Mat bir mavi : hayvan gibi iç güdülerim var benim Bir şarap gibi, üzüldükçe yıllanırım Hem sana bana mahsen mi yok Rutubet ve karanlık / her şey elimizde iken ( Vardık mı şimdi, Suskunluk fantazyasına) Travma geçirmiş yüklemler – acemi seyyahlar keşfedemiyor da hiçbir kıtayı. Acemi kuşlar, kaybediyorlar paçalarına bağlanan öyküleri. Duman beceriksiz, postacılar şaşkın, teknoloji sürekli bel altı çalışıyor. Son ulak pusuda. Şöyle diyeceğiz belki de: Keşke koymasaydı göğsümüze o cümleyi. ( Adres hep aynıdır; biz farklı yollardan ağlıyoruz. ) - Yılın bu zamanlarında en iyi yetişiyor öpücük otu. - Üşürken omuzlarımız ve uykularımız. Oktay Coşar |