Bâd-ı sabâ
Her karanlık gecenin, sabahı güneş doğar
Nur yüzlü aydınlıklar, geceden tasa sağar Yeşeren umutlara, eserken bâd-ı sabâ Dertlerin harmanını sürer yürekten yaba Kim ki aşka düştüyse, beklenir her an cünun Nice güneşler doğsa, çözemez derdi fünun Kapılmıştır bir kere, meyl etmiştir narine Aşk-ı badeyi sunar, yeşil gözlü yarine Artık bir tek gül vardır, gönülde nazlı yardır Kül dökse de üstüne, her dem ateşi hardır Uzayıp gider zaman, an olur dipsiz kuyu Yanar ha, yürek yanar, içse de kevser suyu Ateş bacayı sarıp, yaşanırken dûd-ı ah Yeryüzünde usanıp, göklerde aranır mah Sır olur, serkeş olur, kaş kalmaz göz üstüne Alemin dili durmaz, bühtan, bühtan üstüne Merhem koyup onarmak, elbette ki kul işi Sevda yalnız yaşanmaz, bunu bilmeli kişi Karşılık görmüyorsa, ebedi hicran olur Canı canan dileyen, gam ile, hüsran bulur Ateş-i dilde özge, gönlü sarmaz hiç bir şey Sultan saraylarında olsa bile, ağa bey Yazan ve Seslendiren Mehmet Fikret ÜNALAN Bâd-ı sabâ: Sabahleyin gün doğusundan esen hafif ve yumuşak rüzgâr. Yaba : Harman savurmakta kullanılan, çatal biçiminde, tahtadan tarım aracı. Cünun: delilik Fünun: Fen, bilim Kevser suyu: cennette bulunduğuna inanılır. bir içenin bir daha susamayacağı rivayet olunur. Mah: Halk edebiyatında ay yüzlü sevgili anlamında kullanılan kelimedir. Dûd-ı ah: Divan edebiyatında sevgilisine kavuşamadığı için kederlenen âşığın dertlerini dillendirirken kendisinden çıktığı iddia edilen duman için kullanılır. Bühtan: Kara çalma, iftira |