UÇUŞAN KEMİKLER
1.
yemin beklemez sahibinin unutkanlığını bozulur eğer öleceksen sırrını, kademini getir bana yoksa içimdeki esirin zincirleri boşalır içimdeki dağ yerinden oynar yoksa sana ne dedim… yağmur deler, çamur ezer değil sana elimdeki kesikler kadar başımdaki ağrı, yatağımdaki yılan yeşilimdeki mavi, siyahımdaki mor kadar dedim sana dedim ki sana etine et katarken dikkat et dünyadaki piç sayısına yelkovan, akrebin zehrinden yana dertli ölüm senin kızlık soyadın mı da bunca hastalığı, acıya aşina camı, gittikçe çoğalan, gittikçe efsaneye çalan bu doğurgan canavarı, yani, şair olmayanlar için adı dünya olan şeyi basıyorsun bağrına 2. bencil kara parçasında bencil pamuk yüzü ki bu yüze toprak sürmek kutsal bir günahı tamamlamaktır med-ceziri yaşamak, karantinaya düşmek, evet demek ve kibir koklamaktır kokluyorum ve içimde leylak renginde bir taş büyüyor 3. hangi şehirden geldiklerini bilmediğim bi çok insanla telaffuzu zehirli kelimeler eziyorum ağzımda eminim bu kesinlikle bir aşk başlangıcıdır insanın kendine olan yüksekliği insanın kendine olan o çok edepsizliği gibi büyüyordur aşk, mekânın o iyiliği pek mümkün kılmayan havasız rahminde benim elim belkemiği doğrultmaya alışık kim ne derse desin benim gövdem kendime manzara 4. fırtınada uçuşan kemiklerini izlemek benim için bir yaz tatili bir dalga kıran seyri seni emanet bıçaklarla yaralamak alçaklık olur körfezde bırakmak seni… bu sadece bırakılmak olur efkarlı kalbinde zerre düşman kalmamış bu iyi bu göçmen iradesi hoş geldin ve gidiyorsun bu kötü bu hayat gerçeği |
herkes geçmek ister kendi fizik yasasından...