Sükût
"İçime attığım dipsiz karanlık!
Tüm ışıklar söndü, özgürsün artık..." I. Dökülen saçlarına ağlayan kanserli gibi, Ağlıyor velûr yatağında, mimlenen biri. Heyhât ki heyhât! Ne ölüdür, ne diri. **Anne! Ölüm "Geliyorum" demez! Ve bir türlü gelmez... II. Ve Dünya, özlendiği kadar küçük değil. Öyle kaybolunacak kadar büyük de değil. Ve’l hâsıl yaşanılası bir yer değil işte, değil! Her nefse itina ile yerleştirilmiş tanrılar. Dev binalar... Küçük insanlar... Devleştikce binalar; küçülüyor insanlar. **Anne! Ben ölmezdim bu kadar; Ölmeseydi saçlarımda beslediğim martılar... III. Ve Kapanmayan yara gibidir gözlerim. Ve kendimden koşarak kaçmaları özlerim, Ve sinsice, kaçacak ufak bir an gözlerim... Yolumun üzerinde etten örülü duvar; Yarınlar hebâ, yarınlar ağyâr! Bugün özlenecek, bir tek dünüm var... **Anne! Bilincindeyim ölmüşlüğümün, En az ölüme doğmuş bir bebek kadar! IV. Ve Yaşam... Üzerine titrenmiş bir umut, Boşa çekilmiş kürek, Üç boyutlu acziyet... Umut ki; Gramajından çalınmış fakir ekmeği! Kürek ki; Tek hamlede batıracak tekneyi! Acziyet ki; Derûnuma kondurulmuş ağır yük! Derdim ondan da büyük... **Anne! Fettan bir dilencidir şimdi vakit. Ağzında ölüm pıhtısı, gözlerinde o akit... V. Ve Cinayet... Gittikçe serpilip, güzelleşen bir afet. Gecenin koynunda filizlenen izâfet. Bir kaşık su, Biraz cinnet, Ve aldığı kadar ihanet... **Anne! Sükût et! Ki; Konuşuversin ölüm. Ki; En az yaşamım kadar, konuşkandır ölümüm... |
her dize düşündürdü
sağlıcakla