hiçLER VE hepLER
Her şey ne kadarda uzaktı doğuda.
Bir yemeğim bile bana Hakkari’den geliyordu. Suyum için Muş’u dolanırdım Ağrı eteklerinden. Van’da hissettim ben yaşamın çaresizliğini. İzmir alkoller ışıklar içinde uyurken geceye, yatılmazdı Şemdinli’de. Çünkü orada uyumaya yatmak çok insafsızcaydı. Tüyler diken diken batardı çocukların yüreğine. Çocuklar yüreksiz büyür bedenlerinde. Yürek vardı da; çalı çırpı uğruna... Bıyıklı geçerdi, böyle dağ görünümlü, Herkes korkardı. Sakalları olmuştu, kışın ısınabilmek için fazlaca Boynunda poşu, meydan okurcasına yıllara, Yürürdü bombalı yollarda. Koşar adım değil ha! Sakin..Sessiz..Ve bir o kadar da haykırırcasına.. ’Bıyığım uzadıkça terör damgası yedi yüzüm.Oysa kesecek para bulabildin mi? Çoluk çocuk korkusuyla kılları düşünebildin mi? diye soran olmadı bana hiç’ derdi hep... Analar vardı; çocukları kucakta, hiç kaldırıp başını bakamayan aydınlığa.. Kundakta arardı hep ışıltıyı. Denk düşmezdi ama güneş diye çocuğunun masum yüzünde gezdirirdi ellerini.. Elleri nasır tutmuştu duaya açılmaktan... Bildiği bütün yalvarışlar edilmiş, Eller nasır tutulmuş, Ama hiç bir dua kabul tutmamıştı... Genç kızlar vardı, daha doğmadan beşik kertilmiş.. Onlar bilmezdi Antalya’nın hayallerini. Sahil çocukları gibi güneşlenmeyi, Pop şarkılar dinleyip kendinden geçmeyi bilmezdi. Yarınsız...Kürtçe şarkı dinler... Mecburiyetten yanardı bedenleri. Askere uğurlanırdı bacak kadar boyuyla; Boynunda emziği, sırtında Türk Bayrağıyla delikanlılar. Korkmak onların kitabında yazmazdı. Koşar adım giderlerdi vatan için savaşmaya. Hem en çok onlar yara alır. Hem en çok onlar atlardı bir karış toprak uğruna.. Sevdaları vardı doğuda doğanların. Yürek bir yandı mı Silivri’de; ateşe boğardı sevdiğini de.. Kaşta gözde değildi onların işi, Kanda canda arardı aşkı meşki. Urfa yanığı teniyle, sesiyle bir türkü tutturdu mu; Herkes duyar bir darlığı vardı. İçine girince söyleyenin; doğuya sığmaz, Irak’a İran’a taşar bir bollukta yaşardı. Bir yiğit vardı Erzurumlu. Koyun gütmekti tek işi. Güdülürken de kendisi, kaval çalmaktı en büyük neşesi. Ezanı duyunca namazını hiç kaçırmazdı, Öğretmişti koyunlarına da namaza durunca sesiz kalmayı. Evde on çocuğu; dokuzu iyi, biri şehitti.. Her açıdan görülebilecek bir duvara asılmıştı Mahsun’un resmi. Zaten evde pek az duvarlıydı. On biri de sığabiliyordu küçücük kör belaya ama İçleri taşmıştı Mahsun uğruna yana yana.. Kör topal yürümeye çalışır. ’Gitmem gayrı hiç bir yere, bu zavallıları bırakııı’ derdi Aksal dede. Hiç görmediği denizler kadar büyümüş derdi başında, Hep yalnız kalmış tek başına. Yüzü ekşimiş, bin bir tarafı eksilmiş ’Gül Yüzlü Gonca’sı gidince.. Karısı yirmi bir yıl önce göçmüş bu dünyadan. Eşyalarını da ardı sıra göçürmüş hiç durmadan, tam yirmi bir yıl önce Aksal dede. Şimdi ölmeyi bekliyor... ’Gül yüzlü Gonca’sının da onu beklediğini zannediyor. Kuşları, kırlangıçları vardı Iğdır’ın. Uçmayı en çok onlar başarırdı. Her savaştan kaçarak... Her gürültüden uzaklaşarak.. Hem bırakmazlardı çorak toprağı, Hem de gökyüzü onların işgali altındaydı. İkisini birden idare edebilen en güzel canlıydı Iğdır’ın uçanları. Geceleri vardı Ardahan’ın, yazık edilmiş... Yazık edilmeye mecbur edilmiş yılları vardı. Yazık bir kadere terk edilmiş Ardahan hep; hiç yaşanmadan.. Hiç’ler ve Hep’ler doğudaydı.. Oysa güneş hep ilk doğuda doğar; Doğuda insanları hiç bir zaman güneş doyurmazdı.. O tüylerini diken diken eden yürekli çocuklar... O dağ görünümlü bıyıklı adam... O elleri nasır tutmuş ama hiç bir duası kabul tutmamış analar. Daha doğmadan kertilmiş genç kızlar... Ölen ve öldüren delikanlılar... Sevdalılar... O Erzurumlu Mazlumlar... Şehit düşmüş Mahsunlar... Kandırılmaya kanmış Aksal dedeler... İdareli en güzel uçanlar... ’HİÇ’ yaşayamadan... ’HEP’ yaşarcasına... |