YAĞMUR
Bir ârif yaşarmış
ulaşılmaz dağların tepesinde Ahret ve dünya bilgisi ondan sorulurmuş dendiğine göre. Arifin ünü çok imiş, İrfanı bol imiş, gönlü tok imiş... Dört kitabı da ezbere bilir imiş, ona sır yok imiş. Aklımda bir soru, bulmak için arifi, gezdim yedi düveli. Çıktım ulaşılmazların dağına, bulduğumda onu, layıktı şanına... “Arif baba, neden yağmur yağar, böyle delicesine?” Dedi ki, “Ey oğul, gök kubbe tutmaz tutabileceğinden gayrı, Eğer gam çok ise ağlar, zorlamaz kendisini..." Koştum, geldim yanından ârifin, Kaçtım ondan bir nevi. Dedim ki: “Senin için bir damla, Bir damla yaş akacak. Ve unutacak seni yüreğim. Şu yağan yağmura karışacak aşkım. Akıp gittiğinde selle, Ne aşkım kalacak, Ne de seni tanıdığım!” Yağmur yağarken doldu gözlerim. Fakat ağlayamadım... Senin değil anını, | A c ı n ı | bile kaybetmeyi, göze alamadım! Gök kubbe bile tutamazmış göz yaşını, Ama | b e n | t u t t u m | işte! (...) Bu gün mü? Hala o yaşı tutuyorum gözlerimde. Tıpkı, kalbimdeki | a ş k | y a r a m | gibi. Belki birgün onu sana kavuştuğumda, | Mutluluk gözyaşımdır | diye, akıtırım... (Not: Yağmurlu bir günde, kurak gözlü bir ressam tarafından yazıldı. Aşk sanatları bile birbirine karıştırdı; ressam bir şiir okudu, şair resim çizdi. Ama m a ş u k bir türlü aşık olamadı gitti.) |
omrun bereketli yuregin hep duyarli kalemin velut olsun.
sevgiler