HAYAT
Özlemek unutmak değildir.
Unutmak için sevmemek gerek. Oysa biz sevdalara kuşandık hayatlarımızı. Bir Anka kuşu gibi sevildik. Bilmedik zamanlarda tutulduğumuz sevdalarımız, gün oldu, azap, gün oldu heyyat ‘HAYAT’ bu dedik. Şair olduk şiir yazdık, yazılmadık tahtalara saplanan bıcaklar misali. Sevdaları yüreğimize sapladık. Ve ‘TUTTUK’ onu kabzasından kimse koparıp alamasın diye. Sevince böyle sevdik. Sevilmeyi bir türlü, ‘BECEREMEDİK’ kahrolası yüreğimizin en kor ateşle yandığı zamanlarda. Hep kaybettik kazanmak istediğimiz sevdalarda. Önce Anamıza sevdalandık. Sonra, toprağımıza, sonrasında bir de baktık, tüm sevdaları içinde taşıyana sevdalandık. Yani ‘SEVDA’ ya… İlk önce öğretmenimize aşık olduk. O her şeyi bizden çok daha iyi biliyor diye. Kıskançlık mı, yoksa sevda başlangıcımı. Hep onun dersine en iyi çalıştık. Belki bir gün, bir soru sorarsa, cevabının en ekstrasından verelim diye. Büyüyüp geliştik, mahallemizin en güzel kızıydı ‘O’. Onu görmek için palyaço rolüne bile girdik. Çok zaman bizden haberi olmadı ama, biz hep ondan haberdar olduk. Kaybolmasın diye güneş, gece AY’ı ona nöbetçi bıraktık. Sabah koyduğumuz yerden alalım diye… Bir cigara içimi zamanlara nakşettik sevdalarımızı. Sonrasında birde baktık büyümüşüz. Ve yeni sevdalarımız başladı. Okul yollarında, yamalı pantolonlara ütü vurdurtmak için yalvardığımız ablalarımızdan bile sakladığımız sevdalarımız. İlk darbeyi ondan yedik. ‘Yamalı pantolonla kız mı sevilir’ dedi bize. Kızaran yüzümüz beklide yüreğimizdeki yangının sadece bir gölgesiydi. Onu bile fark ettiremedik. İlk mariz akşamının köhne sevdalısına. Sabahın olmasını beklerken ilk marizin sesi çınladı kulaklarımızda. Bir ‘SIR’ düdüğü gibi. Ondandır, kulaklarımızın ağır işitmesi. Ondandır bazı sesleri duymayışımız ya da başka bir tercüme ile duyamayışımız. İlk marizin ardından, mavi beyaz çizgili pijamalarımızın kocamak delikli iliklerine geçirdiğimiz düğmenin beyaz rengine inat, kızıl, kızıl yanan göz bebeklerimizin irislerinin küçülmesi ilk kez o akşamlarda başlamıştı. Sabahın koynuna giremeden, akşam hapsederdi bizi müzmin yalnızlığa. Bu yüzden yalnızlıkları seçmemiz. Bu yüzden kalabalık seslerin duymayan kulaklarımızı tırmalaması, bir kapı gıcırtısı gibi. Sinir bozucu ve asabi hayata ilk merhabası hayatın… Sabahı olmayan gecelere inat, saat kadranlarını ‘UMUT’ a boyardık. Belki bir gün, bize de ‘MERHABA’ diyecek diye hayat. Hep bekledik, dokuz on beş nöbetlerini, kılımız kıpırdamadan, Piyade bir asker titizliğinde… Bir de bir gün baktık ki! Bizi seven biri varmış. Bizim ihmal ettiğimiz, sevgiyi başka yerlerde aradığımız günlerde bile bize delice ‘AŞIK’ olan. Koynunu bize açmış, her şeyini bize vermiş. Bizimle paylaşabilmek için hayatı bizden başka kimseyi kabul etmemiş biri. Ona sarılmaya çalıştık. O Bizden kaçarcasına uzaklaştı. ‘Şimdi mi’ dedi, ‘Geldi aklınız başınıza. Ben yıllardır buradaydım, siz hep başkalarını aradınız. Ama bakın bugün baş başa kaldık. Hadi sarılalım birbirimize’.. Ve açtı kollarını sardı sarmaladı bizi. Öptü yanaklarımızdan. Dudaklarımız, kilitlendi birbirine. Vücudumuzun tüm uzuvları harekete geçti. Başladık sevişmeye. Ve baktık ki, özlemişiz Özlemlerimiz. Bir kuş kanadı uçumlardayken bile, uzağımızda sandığımız Sevdalarımızla… |