HAYDAR BAŞ ŞEMS OLACAKŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Prof. Dr. Haydar Baş
20 Şubat 2012/YENİ MESAJ GAZETESİ Ehl–i Beyt Külliyatı BOP’un esas gayesinin Ortadoğu’daki işlenmemiş kaynaklara ulaşım olduğu malumdur. Bu gaye ile Arap dünyasında önce iç barış bozulmuştur daha sonra işgale aldırmayacak halklar ve Soros destekli sözde “demokrasi sevdalıları” ile batının askerleri neredeyse çiçeklerle karşılanmıştır. İç barışın bozulması tarihten beri İslam âleminin hassas olduğu noktadan vurulması ile gerçekleştirilmiştir. Şii–Sünni meselesi… 1800’lü yıllarda İngilizlerin Hicaz bölgesinde başlattıkları Sünni ve Şii dünyaları arasında atılan nifak tohumları o tarihte bölgede Sünnilerin halifelerinin ikazları ve Şiilerin âlimlerinin feraseti ile batının istediği sonucu vermemiştir. Ancak İngilizler tarafından kurdurulan uyduruk mezhepler ile bölge birliğini kaybetmiştir. Bugün de Arap âleminde Şii–Sünni ayrılığı halen ve devamlı körüklenmektedir. Yani bu konu, en önemli ayrılık ve kavga sebebi olarak devam etmektedir. Biz BOP’un isim değiştirmiş şekli olan Arap Baharı’nın ardında da, bölgede huzuru kaçırmanın yolu olarak bunun gündem edildiğini gördük. Bu süreç içerisinde, Bursa’da yaptığımız Ehl–i Beyt Sempozyumu ile Müslüman Türk dünyasının ve Arap âleminin oyuna gelmesini önleyecek büyük bir hizmet gerçekleştirdik. Dünyada bir ilk olan sempozyumumuzda, ilk defa bir Sünni liderin önderliğinde Suriye’den, Irak’tan, İran’dan, Lübnan’dan gelen Şii dünyasının önemli âlimleri İslam’ın özünü, Ehl–i Beyt’i anlattı. Şii âlimler anlattı, Sünni katılımcılar ve dinleyiciler gözyaşlarına hâkim olamadı. Sünni ulema anlattı, aynı gözyaşları devam etti. İki gün süren programda biz gördük ki, aslında Şii ve Sünni kardeştir, birdir. İslam’ı anlamada ve yaşamada İmam Ali sevdasında, Hz. Fatıma’da, Hz. Hasan’da, Hz. Hüseyin’de buluşmak şarttır ve yeterlidir. Ehl–i Beyti sevmek, Hz. Ebubekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı inkâr etmek değil, bilakis onların da içinde olmak istediği Ehl–i Beyt çizgisinde bir bilek ve bir yürek olmaktır. İmam Ali’yi (as) ve Hz. Fatıma’yı (as) anlamak ve dava etmek ne Ebubekir’e, ne Ömer’e, ne de Osman’a karşı olmak değil, bilakis onlarla bütünleşmektir. Hz. Ebubekir’in vefatından sonra Hz. Esma annemizin İmam Ali’nin yanında olması ve Ebubekir’in oğlu Muhammed’i İmam Ali’nin (as) Ehl–i Beyt çizgisinde yetiştirmesi ve Muhammed’in de Hz. Ali’ye (as) bir baba gibi sahip çıkması bu İslam kardeşliğinin ortaya çıkan samimi görüntüsüdür. Biz de Ehl–i Beyt Sempozyumu ile itikatta bir ayrımın olmadığını gösterdik. Şii dünya ile aramızda varmış gibi gösterilenler aslında tamamen uydurmadır ve nifak sebebidir. Bizim taşıdığımız noktada, Türkiye’de de son derece olumlu bir hava oluştu. Türk Alevi dedeleri ve kanaat önderlerinin de katıldığı ortamlarda, ülkemizde de Şii–Sünni kardeşliğinin oluşması temin edildi. Öyle ki, o dönemde bir Türkiye–İran savaşı beklenirken siyasiler bu sempozyumun haklılığını göz önünde bulundurarak ABD’nin isteklerini devamlı surette ertelemiş, Müslümanların tamamının gönlünü kazanmışlardır. Gelinen noktada yazdığımız Ehl–i Beyt külliyatı ile Şii–Sünni kardeşliğini dünya gündemine soktuk ve BOP projesinde temel olan silahını aslında ABD’nin elinde patlattık. Bu eserler üzerinden Türkiye’de ve dünyada oluşan olumlu havanın bozulması vazifesi şimdi para ile kendini satın aldıkları kişilere verilmiştir. Camiamızın iyiliği için yapıldığı söylenen eleştirilerde, gelinen nokta bizi kâfirlikle itham etmekle sonuçlanmıştır. Paraya kendini satan piyonların yaptıklarının ve ithamlarının yüce Türk milletine zerre kadar etkisi yoktur ve olması da mümkün değildir. Yüce milletimiz bizi, paraya imanını satanların ağzından değil, bizzat bizden yıllardır zaten dinlemektedir. Sen hem İslam adına hareket ettiğini iddia edeceksin, hem de 12 İmam’ı reddedeceksin ve onlara dil uzatacaksın. Maksat, Ümmet–i Muhammed’in birliğini engellemektir. Eserlerin yazım mantığı tıpkı sempozyumda oluşturduğumuz hava gibi Şii ve Sünni âlemi eleştirmeden iki tarafın görüşlerine de yer vermek şeklindedir. Buna İslam literatüründe “rivayet” yolu ile yazım denir ve biz bunu gerçekleştirdik. Biz İmam Ali’ye sahip çıktık ve onu anlattık. Eserlerimizde, rivayetler yorumsuz verilmiş, ancak İmam Ali ve Ehl–i Beyt’in yaşadıkları da iki camianın inandığı şekilde aktarılmıştır. BOP çerçevesinde diyalog ile İslam âleminde yapılan bozgun, bugün Alevileri, Yahudilerin kurduğu sapık bir mezhep olarak göstererek devam etmektedir. Sen Hıristiyanlık hak diyeceksin, Hz. Ali’yi (as) sevmek ise batıl, küfür diyeceksin. O’nu seveni de küfürdedir diye İslam dairesinden çıkaracaksın ve Hıristiyan’ı da cennete sokacaksın. Oynanan oyun budur. Yaşanan gelişmeler göstermektedir ki, bizim Ehl–i Beyt külliyatımız önemli bir misyonu yerine getirmiştir. Bunun meyveleri alınmıştır. Çünkü İslam dünyasında artık Alevi–Sünni–Caferi ayrımı ortadan kalkmış, Müslüman tek bilek tek yürektir realitesi ortaya çıkmıştır. Asıl korktukları neticede budur. Müslüman, hem Ebubekir’de hem Ömer’de, hem Osman’da hem de Ali’de bir bilek ve bir yürektir. Bu ayrımı yapanlar ikiyüzlü münafıklar ve ödleklerdir. Not: Bu konuda yazılarımız sıklıkla devam edecektir. Prof. Dr. Haydar Baş 6 Aralık 2011/Yeni Mesaj Gazetesi Kerbela’yı anlamak ve anmak Televizyon ekranlarında “İmam Hüseyin’i (as) anma ve Kerbela şehitleri” ile ilgili matem programlarına rastlıyoruz. Malumunuz Kerbela, İmam Hüseyin’in (as) katledildiği yerdir. Onunla beraber yanında bulunan yarenlerinin, ailesinin, kundaktaki bebeğinin, onun savunmasını Allah’a ulaşmanın vesilesi sayan 72 Allah dostunun vahşice kılıçtan geçirildiği, bu mübarek insanların Allah’a vuslat şerbetini içtiği yerdir. Kerbela’yı anmak demek imam Hüseyin’in (as) İslam’dan sapmalara karşı kanını akıttığını hatırda tutmak, Allah rızası için canından geçebilmek, ümmetin ikazı ve irşadı için kurban olmak demektir. Kerbela’yı anmak demek, Yezid’in ordusuna ve Yezid gibilere; İslam’ı şahsi menfaatlerine alet edenlere; katliamları Allah rızasını umarak yapan dinden çıkmışlara lanet etmek demektir. Kerbela’yı anmak demek, hak ile batılın mücadelesini diri tutmak demektir. Bugün Kerbela’yı anma merasimleri düzenleyenler ise: Din dersi kitaplarında yer alan “Kelime -i Tevhid” ifadesinden “Muhammedur Resulullah” kısmını çıkaranlardır, Müslüman halka domuz etini yemeyi serbest bırakanlardır, 40 bin kilse evini açanlardır, Zinayı yasalaştıranlardır, Hıristiyan ve Yahudi firmalara bu ülkenin yeraltı kaynaklarını peşkeş çekenlerdir, Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin sağ salim vatanlarına dönmesi için dua edenlerdir, Yine Irak’ta milyonlarca Müslümanın tepesine bomba yağdıran, binlerce kadının namusunu kirletenlere yardım edenlerdir, Ortadoğu’yu isyanlar ve darbelerle işgal eden Hıristiyan Batı ile aynı safta yer alıp, onlara her türlü desteği sağlayanlardır, “Müslümana kılıç çeken bizden değildir” hadisini hiçe sayarak, Müslüman alemine haçlı ordusunun ön safında kılıç çekenlerdir, Bunları yapan bir zihniyet Müslüman alemine yani hak - batıl mücadelesinde Hakk’a, her gün Kerbela’yı yaşatmaktadır, Kerbela’yı unutturmamaktadır. Ancak onların yaşattıkları ve unutturmadıkları Yezid’in mantığı, Yezid’in safı olduklarıdır. Çünkü İmam Hüseyin (as) İslam’dan sapmaları engellemek, ümmeti ayıktırmak için kanını feda etmiştir. Bugün matem törenleri düzenleyenler ise, İslam’dan sapmaların merkezi olmuşlardır. Müslümanın kanına kast edenlerle beraberdirler. Bunca icraatlarından sonra, bu çevrelerin pak İmam Hüseyin’i (as) ve onun mübarek mücadelesini anmaya bizce artık hakları yoktur. Yapılacak olan önce tövbe istiğfar edip, bir daha Haçlının safına asla dönmemek; Hak’tan yana olanlarla beraber tek kalıncaya kadar beraber olmaktır. Haçlıyı İslam topraklarına yeraltı kaynaklarına ve yer üstü zenginliklerine sokmamaktır. Hem bunları yapıp haçlıya çanakçılık yapacaksın, hem de Kerbela’ya ağıt yakıp bu uğurda mücadele edenlerin yanında görünüp, karşısında yer alacaksın. Pes doğrusu! Allah ayıktırsın, bu derin gafletten Ümmeti Muhammedi uyandırsın! ~|~ Prof. Dr. Haydar Baş 5 Aralık 2011/YENİ MESAJ GAZETESİ İmam Hüseyin ve Muharrem Günü Bugün imam Hüseyin’in (as) Kerbela toprağında şehit edildiği gün. Muharremin 10. günü, İslam alemi için büyük bir matem günüdür. İmam (as) verdiği mücadelenin ardından, şehadetiyle Allah’a yürüyüp, vuslat şerbetini içmiştir. Üstelik onu şehit edenler, Allah rızasını umarak bu vahşeti işlemişlerdir. Alemlere Rahmet Hz. Muhammed’in (sav) torunu Hz. Hüseyin’i (as), çocuklarını, aile efradını kılıçtan geçirmişlerdir. Bu acı gün, Hz. Hüseyin (as) için her ne kadar madden bir kayıp gibi görülse de hakikatte şehadeti ile peygamberlik rütbesinden sonra erişilecek en büyük rütbeye yani şehitlik rütbesine ermiştir. Bugün Müslümanlara düşen vazife, İmam Hüseyin’in (as) matemini tutmaktır. Bazı çevrelerde İmam’ın (as) yasını tutmak ve matem törenleri düzenlemek eleştirilmektedir. İmam Sadık’tan (as) bu konuda şöyle rivayet edilmektedir: “Hüseyin’in (as) başına gelenlerin dışında hiçbir musibete ağlamak yakışık almaz. Hüseyin bin Ali’ye (as) ağlamanın pek büyük fazilet ve sevabı vardır.” (Kamil’uz Ziyarat, sayfa 101) Cenab–ı Hakk’ın kendisine böyle yüce bir makamı ihsan ettiği İmam Hüseyin (as) İmam Ali (as) ve Hz. Fatıma’nın (as) oğludur. Onun hakkında ceddi Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Selman –ı Farisi şöyle anlatıyor: “Allah Resulünün (sav) Hüseyin’i (as) dizlerinin üzerine oturttuğunu gördüm, onu öpüyor ve şöyle buyuruyordu: Sen büyüksün, büyük birinin oğlusun ve büyük insanların babasısın. Sen imamsın ve bir imamın oğlu ve imamların babasısın. Sen Allah’ın hüccetisin ve Allah’ın hüccetinin oğlu ve Allah’ın hüccetlerinin babasısın ki, bunlar dokuz kişidir ve onların sonuncusu, onların Kaimi (İmam–ı zaman ) olacaktır.” (Maktel–i Harezmi) Doğumu Hz. Peygamber (sav) tarafından annesi, Hz. Fatıma’ya (as) müjdelenen İmam Hüseyin’in (as) adı bizzat Cenab–ı Hak tarafından koyulmuştur. Cömert, engin merhamet sahibi, büyük bir ilme malik olan, her anını ibadetle geçiren kamil bir mümindir. 72 kişilik kafilesi ile 30 bin kişilik orduya karşı verdiği mücadele doruk noktadaki şecaatinin ispatıdır. Kerbela vahşetinden bir sahne ile şecaatini örneklendirelim: “Humeyd b.Müslim şöyle rivayet etmektedir: Bugüne kadar vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığı, çocuğu, ailesi ve arkadaşları gözünün önünde öldürüldüğü halde, onun gibi cesaretini kaybetmeyen, en ufak bir korku belirtisi göstermeyen birini daha görmedim. Piyade birlikleri ona saldırdıkları zaman, o da kılıcı ile onlar hamle ediyor, kurdun keçi sürüsüne saldırıp ikiye yarması gibi, sağından solundan onları ikiye yarıyordu.”( A’lamu’l Vera, c.1, sayfa 67) İmam Hüseyin’in (as) hakkı olan hilafet, Yezid tarafından gasp edilmiştir. Yezid, şaraba düşkün, maymun ve köpeklere meraklı bir kişi idi. Kendi aile efradı ile ilişkiye girebilecek bir ahlaka sahipti. Halifelik yaptığı 3 yıl içerisinde Resulullah’ın (sav) oğlum dediği İmam Hüseyin’i (as) ve ailesini şehit etmiş, Medine halkını kılıçtan geçirmiş ve Allah’ın evi Kabe’yi yaktırmıştır. Yezid kendisinden biat istediğinde İmam Hüseyin, ümmetin ayıkması, İslam çizgisinden sapmaların durması ve halifelik kendi hakkı olduğu için biat etmeyerek Medine’yi terk etmiştir. İmam Hüseyin’in (as) Yezid’e biat etmemesi ile kıyam başlamıştır. Medine’den Mekke’ye geçerken, Ümmü Seleme annemize şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, benim öldürülmüş, kurban edilmiş, haksız yere ve düşmanca katledilmiş olmamı dilemiştir. Ailemin, kafilemde yer alanların ve kadınlarımın dört bir yana dağılmasını, küçücük çocuklarımın mazlum olarak kılıçtan geçirilmesini, tutsak edilip zincire vurulmalarını, yardım istedikleri halde yardımcı bulamamalarını dilemiştir.”( Bihar’ul Envar, c.44, sayfa 331) İmam’a, Mekke’de bulunduğu süre içinde Kufe’den “Halifemiz ol” şeklinde mektuplar gelmiştir. Mektupların sayısı on beş bini aşmıştır. Talepler karşısında kayıtsız kalamayacak olan imam Hüseyin (as), Mekke’de şahsına yapılacak suikastı öğrenmesinin ardından gidilecek yer olarak Kufe’yi seçmiştir. Burada İmam’ın, Kufe halkı çağırdığı için mi kıyam etmiştir sorusu akla gelebilir. İmam Hüseyin, Yezid’in halife olduğu ilk andan itibaren ona biati reddederek zaten kıyamı başlatmıştır. Kufe’ye gitmesinin nedeni ise, halkın talebi ile hilafete geçmektir. İmam, Kufe’ye giderken öleceğini biliyordu: “Beni öldürenler de Kufe halkı olacaktır. Bu cinayeti işlediklerinde ilahi emir ve düsturların ihtiramını ortadan kaldırdıklarında Allahu Teala, onları katleden bir kişiyi onlara musallat kılacaktır.” İmam Hüseyin (as) Şeraf bölgesinde Hürr’ün ordusu ile karşılaşır. 75 kişilik bir nur kafilesi ve karşısında mukayese dahi edilemeyecek 30 bin kişilik bir ordu. Bu dengesizlik küfrün iman karşısındaki korkusudur. İmam’ın çadırlarına ilk oku atan Ömer bin Sa’d’dır. Bundan sonra Kerbela’da şehadet şerbetinin içilmeye başlandığı anlardır: Hürr bin Riyahi, Ali bin Hürur ve Müslim b. Avsece, Abdullah bin Umeyr, Kerbela’nın tek kadın şehidi Abdullah bin Umeyr’in eşi, Zübeyr bin Hassan, Ebu Semame–i Saidi, Hz. Berir, Habib bin Mezahir, Veheb Kelbi, Ebu Şa’sa–i Kindi, Vakkas oğlu Haşim, Zübeyr bin Kayn, Hanzale–i Şibami, Seyf bin Haris, Malik bin Abde, azatlı köle Cevn, Köle Firuzan, Türk köle olan Vazih, 11 yaşında bir çocuk olan Ömer bin Cünade, Utbe oğlu Haşim şehadet şerbetini ardarda içmişleridir. İmam’ın ashabı, kendini O’na siper etmek için birbirleri ile yarışıyor, ölüme koşarak gidiyorlardı. Sırada Ehl–i Beytin şehadet şerbetini içmesi vardır. Aliyyü’l Ekber, Müslim bin Akil in oğlu Abdullah, Hz. Kasım bin Hasan, İmam Ali’nin oğlu Ömer, İmam Ali’nin oğlu Osman, Hz. Abdullah bin Hasan, İmam Hüseyin’ in kundaktaki oğlu Ali Eser, Hz. Abbas şehit edilir. İmam’ın muhafazası, cennete ulaşmanın vesilesi, Cenab–ı Hakk’ın rızasına kavuşmanın yoldu olmuştur. Herkes bu şuurla, Kerbela toprağını kanıyla boyamakta, bu kutsal vazifeye isteyerek gitmektedir. Kerbela olayında gaye, Hakk’ı hakim kılmaktır. Hz. Hüseyin (as) İlah–i Kelimatullah için ölümü göze almıştır. Gerekirse şehit olacaktır. Bu her cihadda böyledir. Öleceğini bildiği halde vazgeçmediği kıyam, halifenin yanlışlarının ortaya çıkması, ümmetin ayıkması ve Kur’an çizgisine geri dönüştür. Kaldı ki, imametin bir gereği olarak her imam öleceği zamanı ve kimin tarafından öldürüleceğini bilmiştir. İmam Hüseyin (as) ve diğerlerinin kanları ümmetin ayıkması, İslam çizgisinden sapmaları görmeleri için bir ikaz olarak akmıştır. Ve en kutsal ölümdür. Bu bakımdan kanları boşa akmamıştır, şehadet şerbetini içmişlerdir. Bu olayın bugüne kadar diri kalmasını sağlamışlardır. İmam Hüseyin verdiği eşsiz mücadelenin ardından cuma günü öğleden sonra şehit edildi. Şehit edildiğinde 57 yaşındaydı. “Şehadet anında vücudunda 33 mızrak ve 34 de kılıç yarası vardı.” (Taberi, c. 6, sayfa 260) Onu bu Muharremin onunda anarken, ona Allah’tan rahmet ve ümmetine de şefaatini diliyoruz. ~|~
İslam şimdi çok mutlu, daha mutlu olacak
Neden diye sorarsan, fitne fesat solacak Yezid ve düşüncesi, kökünden yok olacak Buna neden istersen, Haydar Baş şems olacak. Çünkü gerçekleri var, Ali için koşuyor Ehl-i Beyt ile dostça, yaşadıkça coşuyor On İki İmam için, Yezidleri boşuyor Hakk ile bütünleşmiş, Allah için koşuyor. Kerbela bir milattır, Allah için ölmekti Yezit şeytanın işi, tüm İslam’ı bölmekti İman Hüseyin demek, hak-din için ölmekti Tarih bile titredi, bu nur ile ölmekti. Haydar Baş tarih oldu, koca tarih yazarak İslam’ ı araştırdı, fersah-fersah kazarak Külliyat sundu bize, gerçekleri yazarak “İmamet farzdır!” dedi, Ehl-i Beyt’i yazarak. |
Yezit şeytanın işi, tüm İslam’ı bölmekti
İman Hüseyin demek, hak-din için ölmekti
Tarih bile titredi, bu nur ile ölmekti.
Haydar Baş tarih oldu, koca tarih yazarak
İslam’ ı araştırdı, fersah-fersah kazarak
Külliyat sundu bize, gerçekleri yazarak
“İmamet farzdır!” dedi, Ehl-i Beyt’i yazarak.
Şair arkadaşımdan hisse alınacak çok güzel dizeler.
Kutlarım kaleminizi.
Sağlıcakla kalınız...