SAZIMA ELVEDA SÖZÜME VEDA!Şiirin hikayesini görmek için tıklayın 25 Eylül 2012 Salı 20:00 ’’Neşet Ertaş’ı uğurluyoruz!.. "Beni babamın ayak ucuna gömsünler!" Bugün sabah saatlerinde hayatını kaybeden Neşet Ertaş, 2008’de Zaman’a verdiği röportaj’da Babasının yanına defnedilmek istediğini açıklamıştı.. İşte Salih Zengin’in o röportajı. Neşet Ertaş’ın vasiyeti: "Beni babamın ayak ucuna gömsünler" Neşet Ertaş’ın türküleri bizi nerede bulursa bulsun hiç fark etmez, olduğumuz yere mıhlayıverir. Adım atamaz oluruz. Sanki aşk acısıyla vurduğu sazının telleri vücudumuzun damarlarından yapılıp gerilmiştir oraya. Her tını da yüreğimize okkalı bir darbe yeriz. Gramofon devrinde gönül telimizi titreten esrarlı sesi, ipod dönemine de damgasını vurmuştur. Zahidem, Zülüf dökülmüş yüze, Kara gözlüm efkarlanma, Karadır bu bahtım kara, Acem kızı, Neredesin sen, Gönül dağı, Mühür gözlüm, Kar mı yağmış yüce dağlar başına, Bir ayrılık bir yoksulluk, Ahirim sensin, Dane dane benleri var, Kaşların karasına, Kar yağdırdın başa Leylâ türküleriyle dilden dile, gönülden gönüle ulaşan Neşet Ertaş, 28 yıl gurbet hayatı yaşadığı Almanya’dan Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Adana Seyhan Belediyesi’nin düzenlediği Ramazan etkinliklerinde sahne aldığı konser öncesi buluştuğumuz 71 yaşındaki "bozkırın tezenesi" Neşet Ertaş, kendisini sanat hayatı boyunca en çok mutlu eden şeyin söylemiş olduğu türkülerin karşılık bulduğunu görmesi olmuş. Özellikle gençlerin türkülerini anlamasına sevinen sanatçı ironik bir gönderme yapmayı da ihmal etmiyor: “Şimdiki gençler eğitim görüp davulu, zurnayı eline alınca bizim abdallar aç kaldı.” ‘Kızı bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya” sözünü oldukça aşağılayıcı bulduğunu söyleyen Neşet Ertaş, “Bu kelimeyi basamak yaparak, kızlarının gönüllerine gem vuranlar bu aşağılayıcı kelimenin günahını ödeyemezler. Bu söz yüzünden benim babam, ana bulamadı ve üç aylık kardeşimiz öldü. Bunun günahı bu sözü diyenin boynuna. Her kim dediyse, her kim bundan sonra da derse…” diyen efsane saz ve söz ustası, bu deyişten dolayı ‘abdal’ gençlerinin bekar kaldığını ifade ediyor. Türk Sanat Müziği’nin bir nevi arabesk olduğunu ve asıl Türk müziğinin türkü olduğunu kaydeden Neşet Ertaş, hayatının film yapılmasına da artistliği sevmeği için karşı çıkıyor. “Ana yemeğim bulgur pilavıdır, muhallebiyle büyüseydim o sesle ben nerede bağıracaadım” diyen sanatçı kimsenin görmediği yerde, yalnızken ağladığını söylüyor. Vasiyetini de açıklayan Neşet Ertaş bakın ne diyor: “Babamın ayak ucuna gömülmek isterim. Babamın ayak ucuna bir taş diksinler, ismimi yazsınlar. Ayrıca mezar yapmasınlar bana. Koyacaklarsa oraya bir çukur kazsınlar, üstünü toprakla kapatsınlar. Başka da bir şey istemiyorum.” Neşet Ertaş, tam 71 yaşına ulaşmış bir sanatçı. Geçmişe dönüp baktığınızda bu süre içerisinde sizi en çok mutlu eden olay nedir? Şahsım itibarıyla beni mutlu eden, bugüne kadar söylemiş olduğum türkülerin karşılık bulduğunu görmek oldu. Ben gerçi otuz seneye kadar yurtdışındaydım, Almanya’da idim. Biz okula gidemedik. Çoluk çocuklarım oradalar hâlâ. Onların okumasını istemiştim. Dünya kültürü alsınlar istedim. Şükür o muradım yerine geldi. Çocuklarım okudular, okullarını bitirdiler, evlendiler, çoluk çocuğa karıştılar. Üç torunum oldu. “Gayrı” dedim “Yörüyen yörümeyene belli etsin, babanıza müsaade edin” dedim. Ben gendimi aldım, memleketime getirdim. Yenikten Türkiye’deki cennetime gavuştum, mutluyum. Bunun için memnunum. Almanya’da geçen otuz yıllık süreyi Türkiye’de geçirseydiniz daha mı verimli olurdu? Şöyle söyleyeyim; Avrupa’ya giden birinci nesil insanlarımızın hepsine Türkiye devletimizin birer altın madalya vermeleri lazımdır, çektiklerinin karşılığında. İkinci nesil zaten %80 Alman oldu, kozmopolit oldu. Üçüncü nesil Alman doğuyor. Oralarda ben, 27-28 sene bütün Avrupa ülkelerindeki işçilerimizin her hafta düğünlerindeydim. Her hafta Fransa, Belçika, Hollanda, Avusturya, İsveç, İsviçre… Her hafta onlarnan beraberdim. Onların tek eğlencesi düğündü. Bir apartmana bir düğün davetiyesi gelir, çoluk çocuk hep giderler. O düğün boyunca hiç olmazsa onlara gurbeti unutturduğumu, Türkiye’mizi yaşattığımı düşünüyorum. Gonüllerine ve kendi gonlüme göre böyle bir hizmetimin olduğunu düşünüyorum. Siz de bir gurbetlik yaşadınız ama? Ben de aynı yaşadım. Tabii, gurbetlik öyle dile kolay. Gurbetliğin adı hasrettir. Hasret; ülke hasreti, memleket hasretidir. İnsanlar ne kadar yiyip içse de, mutluyum dese de gurbetlik hasreti, insanların yüreğinde taş gibi, o orda oturuyor. Türkiye’ye gelince yeniden doğmuş gibi mi oldunuz? Evet, yeniden cennetime kavuşmuş gibi oldum. 28 sene Avrupa’nın her ülkesini dolaştım ama hiçbir şeylerini sevemedim: Sırf yeşilliklerinin haricinde... Yaz-kış yeşilliği gitmezdi oraların yağmuru çok olduğu için. Bir de gülleri güzeldi. Onun haricinde hiçbir şeylerini sevemedim. Yani insanlar demiyorum, yapı olarak sevemedim. Sizin küçükken en büyük derdiniz okumakmış. Rahmetli babanız da okumanızı çok istemiş. Ama siz okul yerine türkü okudunuz, okumak içinizde bir ukde olarak kaldı mı? Efendim vatanımızın her vatandaşı, memleketine faydalı olmak ister. İnsanlarımızın yüzü gülsün, insanlarımız daha mutlu olsun, insanlarımız eşit bir şekilde, aşağı yukarı olmadan dengeli bir şekilde yaşasınlar isterim. Benim gönlüm de herhalde öyle bir şeyler istiyor idi. Bu belki bizim çektiklerimizden doğabilir. Ama ben bu konuda hiçbir şey söylemedim. Tabii bu yönetimin vazifesi. Onların görevi ayrı, bizim görevlerimiz ayrı. Böyle bir düşüncem olabilirdi. Bunun gerçekliğini de ben Avrupa’da gördüm. Hiç kimse kimseye yalan söylemiyor, söyleme ihtiyacı da duymuyor. Neden? Kimsenin kimseye minneti yok. Yani bir insan bir insana neden yalan söyler? Bir çıkarı karşılığında yalan söyler. Ben yalanı şöyle düşünürüm. Yaşım 71. “Aradım şeytanı buldum, meğerse yalanımış şeytan / Hayret ettim orda galdım/Gördüm ki adamımış şeytan / Hayret ettim orda galdım / Hayli fikirlere daldım / Adam şeytan olur mu diye / Hakikatten haber aldım / Meğerse bilenimiş şeytan.” Yani senin inancını da biliyor, o yönden de seni kandırıyormuş. “Şeytan dediğimiz yalanımış / Ne yazık ki insanlar ganmış / Yalanı benimseyen nara yanmış / Huzurunuzdan ırak dengi sıfat hayvanımış şeytan / Hak bunu böyle buyurmuş / Onu da bize duyurmuş / Şükür garibi gayırmış / Çok şükür alanda şeytan.” Yani Avrupa’daki insanların birbirinden çıkarı olmadığı için yalan söylemiyorlar. Bu çok güzel bir şey. Bu da dengeli bir yaşam. Devlet, evinin kirası neyse onun kazancını görüyor, geçimini görüyor, düzgün bir yaşam içinde o insanlar orada. Hiçbir insan yapısı gereği yalan söyleme ihtiyacında değil, istemez. Ama ihtiyaç olunca karşısındakine yalan söylemek mecburiyetinde kalıyor, çıkarı için, yaşaması için… Peki anneniz Döne Hanım siz henüz ilkokuldayken elinize çamaşır tokacını saz diye vermiş. Sizin çalıp söylemenizden o da babanız gibi hoşlanır mıydı? Babam saz çalardı. Geçimimizi saz çalmakla sağladığı için evde pek bulunmazdı. Uzun uzun giderdi, böyle belki 15, belki 20 gün belki bir ay, belki iki ay giderdi ki ekmek parası alıp eve getirebilmek için. O da onun hasretiyle çamaşır dövülen tokaca tel takıp güya bana verdi ki; ne ses var, ne çalmam var. Güya ben çalıyormuşum, aslında o babamın hasretine ağlardı. Sizi saz çalmaya teşvik eden babanız mı oldu? Keman çalmanız, düğünlerde zil çalarak oynamanızı babanız mı istemişti? Efendim, biz asırlar boyundan beri davul, zurna, saz, keman yani düğün çalgıcılarıyız. Babalarımızdan, dedelerimizden, tâ asırlar boyundan gelen bir getirinin getirdikleriyiz. Bundan geçinmişiz. Çocuk dünyaya geldiğinde evde davulu gördüyse, ‘ha benim geçinmem bundan’ diyor, davulu belliyor. Saz gördüyse saz, keman gördüyse keman. Okulumuz da bu, ekmeğimiz de bu idi. Böyle de olunca, düğünlerde eskiden bundan 50-60 yıl evvel halayın haricinde erkekler oynamazdı. Düğün de şenlik istiyor, bizimkiler de üç beş kuruş kazanacak. 5-6 yaşındaki çocuklarının ellerine ritmi öğrensin diye zil verirler, büyüdükçe kaşık verirler. Ben de zil taktım oynadım. O zamana kadar düğünde çalınan her şey ona çalınıp söyleniyor ya, cemaate çalınsa da o kendi kabiliyetine göre, artık saz mı öğrenir, keman mı öğrenir. Bir şeyler öğrenir ki, mutlaka ekmek gelir ondan. Bu şekilde babalarımız yönetirdi bizi. On beş yaşına kadar ‘hem Mecnun hem Kerem’ olduğunuzu söylüyorsunuz. Sizi pişiren bu ilk gençlik çağının acıları mıdır? Türkü olarak bugüne kadar kendi görüşünü aktaran biriyim. Duygularımı babamdan aldım ama babamın görüşü kendine, benimkisi bana ait. Kendi doğrumu ifade etmeye çalıştım türkülerimin içinde. Bunun doğru olduğunu da şu son zamanlarda görüyorum. Neden? 30 sene evveli bu kadar okumuş gencimiz yok idi. Şimdi konserlerime yüzde 80, yüzde 85 gençler geliyor. 16-17 üniversitede özel konser verdim üniversite gençlerine. Bunlar ne dendiğini, ne söylendiğini anlıyorlar. Bunun için memnunum, bunun için mutluyum. Tabii babama neden türkülerinin içinde adını söylemiyorsun dediğimde, “Söyleyecek söz çok, ama sarf edecek yer yok” derdi. E şükür, daha tamamını söylemesek de söyleyemesek de birazını söylemeye çalışıyoruz. Bunun için o yanık yüreği hep muhafaza etmek lazım değil mi? Üzerini küllendirmemek lazım… Ocak sönünce gazan gaynamaz. (Gülüşmeler) Yeni neslin türküye olan ilgisinin mimarısınız bir anlamda. Gençlerin bu türkü sevdasını nasıl yorumluyorsunuz? Asıllarını buldular, kendi aslını buldular gençler. Çünkü Türk’ün asıl müziği türküdür. O Türk Sanat Müziği denilen şey bize Araplardan nakşolmadır. O udlar, kanunlar, şunlar bunlar, bir nevi arabesktir. Bizim asıl Türk müziğimiz türküdür; bozlaklarımız, mayalarımız, hoyratlarımız… Bozlaklar dışında hangi yörenin türkülerini dinlersiniz? Beni her şeyden evvel, bir türkü ya da şarkı olsun her ne olursa olsun havası etkiler. Bir de o havaya uygunsa içindeki sözler etkiler. Müzik ruhun gıdasıdır. Dünya kabul etmiş bilinçli olarak, ben de ruhuma uygun gıdayı hangisinde buluyorsam onu dinliyorum. Ağlar mısınız türkü dinlerken? Ben kimse görmediği yerde yalnızken ağlarım. Ağlarken bir şey söyler misiniz? Hayır, ağlarken bir şey söylenmez ki! (Gülüyor) Niye türkülerinizde isminizi kullanmıyorsunuz, benim demiyorsunuz? Hiçbir şey bizim değil. “Aydın gerçeğin sözleri / Gerçeğin yitmez izleri..” O sözü senin için söylemiyorsun ki karşındaki için söylüyorsun. Eğer yerini bulduysa o kaybolmaz. Hiçbir şey bizim değil. Hepimiz birer ruhuz. Bu can biz değiliz. Bu canlı haptır. Ana rahmine gelirken ruh olarak ne getirdik ki giderken ne götüreceğiz buradan? Eğer ki insanlığı yaraştı, doğru bildiğimiz bir şey varsa, söyledikçe o da yerini bulduysa tamamdır. Bütün kalpler Allah’a bağlı, o kaydını almıştır. Babam da söylemedi. O bir yerde bencilliğe geçiyor gibi geliyor bize. Bencillik hoşuma gitmediği için kabul etmiyorum, ismimi kullanmıyorum. Ama şimdi bir sürü sanatçı, sizin sahip olduğunuz donanım ve kitleye sahip olsa bencilliği kolay kolay dışlayamaz. Bu size babanızın bir vasiyeti mi? O doğru.O duygu babamdan bana geçti. Benim hocam da, ustam da o idi. Babam bu ruhu taşırdı. Ben de aynı şeylerin dersini aldığım, görgüsünü gördüğüm için babamdan etkilendim. Ayrıca ben de kendimi bildiğim için aynı öyle düşünüyorum. Sonradan öğrenenler için benlik olabilir ama anadan doğma olanlar, kaynaktan gelen kişilerde bu olmaz. Rahmetli babanızı izlerken ne hissederdiniz? Onunla beraber aynı bir ruh gibiydik biz. Sanki beni söylüyordu, sanki ben söylüyordum. Bir hayvanı olurdu, bazı beni terkisine alırdı yollarda köyden köye, bazı ben arkasında yayan gezerdik. Siz türkülerinizde annenizden, konuşmalarınızda ise hep babanızdan bahsediyorsunuz. Hangisini daha çok özlüyorsunuz? Ben babamı daha çok özlüyorum. Hani güneş her zaman, her gün doğuyor değil mi? Hiç teşekkür aklımızdan geçiyor mu? Bu ışık, parasız ışık tutuyor. (Gülüyor) Anayı da ben aynen öyle görüyorum. Baba bir birey gibi, bir arkadaş gibi geliyor. Hatta acımam gerekiyorsa da onu, düşünmem gerekiyorsa da onu düşünmem gerekiyor gibi geliyor bana. Anayı o türlü, babayı birey gibi görüyorum. Neşet Ertaş, şehrin seslerini mi halk müziğinin içine taşımıştır yoksa halk müziğinin seslerini mi şehre götürmüştür? Halkımızın sesini şehre götürdüm. Bu anlamda bir nevi pop müziği sanatçısı olarak mı görmek gerekiyor sizi? Biraz böyle… Biraz deli çalarım da, tellerin hepsini bir içimden geldiği gibi çalarım. Onda haklılık payı var. Çünkü 8-10 tane sazların her biri bir tele bastığı için haliyle bir pop meydana getiriyor. Ama benim sazımın alt, orta, üst telleri çift sestir. Böyle parmaklarımı üçüne bastığım zaman altı ses birden vermiş oluyorum. Bunda haklılık payı var. Gelecek nesil için bir şiir kitabı yazmaktan bahsediyordunuz? Ne aşamada? Hakkımda üç tane kitap çıktı. Şimdi Almanya’da doktora yapan bir çocuğumuz benim üzerimde tez yapmış, profesöre sunmuş. O içindeki şiirler, sözler profesörün dikkatini çekmiş, Profesör sekreteriyle Türkiye’ye geldi. Görüştük, filmimi aldı, çaldırttı söyledim. Onu üniversitede türkülerimi çalıp söylerken altına Almanca filan yazmış. Bir hayli türkülerim var. Bir de tabi okunmamış şiirlerimden oluşan bir sırf şiir kitabı bırakmak istiyorum. Bugüne kadar kaç şiir yazmışsınızdır? Onu bilmiyorum. Gramofon devrinden beri çalıp söylüyorum. Beş sene önceki son kasetimden bu yana devamlı yeniler verdim. Yeni albüm çıkaracak mısınız? Bitti, albüm çıkartan firmalar kalmadı ki, kapandı. (Gülüyor) Satma devri kapandı. Şimdi parası olan sanatçılar gidiyor, kendi masraflarını kendileri ödüyor ki Tv’lere gideyim, görüneyim beni konserlere çağırsınlar istiyor. Siz başka ne tür enstrümanlar çalıyorsunuz? Babamın yanında keman çalardım. Bir ara tam çalgı olsun diye cümbüş almıştım. Davul zurna çalarım, başka bilmem. Yeni çıkan aletlerden anlamam, onlar sunî geliyor bana. Sizi söz söylemeye yazmaya iten his nedir? Affedersiniz ‘at izinin it izine karıştığı’ günümüzde yeni yazdıklarınız nelerden besleniyor? Geçmişe gidemeyiz, o gençliği geri getiremeyiz, o günler gitti. Şimdi aklımızın yettiğini gençlerimize aktarma düşüncesi benimkisi. İnsan dünyası cennettir huzurunuzdan ırak, hayvan dünyası cehennemdir karıncadan file kadar bak. Daha görülmeyen neler var toprakta Allah bilir. İnsanlar nereye geldiğini bilsin istiyorum. Allah’ın bu nimetleri bizim için, bunların hepsi cennet taamı. İnsandan daha kutsal, insandan daha üstün bir varlık olmadığını ki bunun da Allah’ın takdiri olduğunu bildiğim için insanlara saygım sevgim sonsuz. Ben insana aşık oldum. İnsan analarımız, biz erkekler olarak onun oğluyuz. O yüzden bize insanoğlu derler. ‘Haktır bu canların yapısı / Kimsede yoktur tapusu / Son durak gönül kapısı / Kırdıysan varma gardaş.” Neşet Ertaş’ın en sevdiği ve sürekli mırıldandığı türküsü hangisidir? (Gülüyor) Bir ananın çocuklarının hiç biri birbirinden çirkin değildir. Aynı bir ananın çocukları gibidir bestelerimiz, hiç biri birbirinden aşağı değildir. 71 yıllık sanat hayatınızda gönlünüzü kıran ne oldu? İnsan eşitsizliği, aşağılanmak... Kırıldığımız bu. Sen aşağılandığın yerde ne kadar huzur bulabilirsin? Babanızdan size geçen müzik tutkusu kendi çocuklarınıza geçer mi? Ben orasına karışmam. Herkes kendi iradesine göre yaşasın. Şunu yap demem kesinlikle. Kim nasıl istiyorsa öyle yaşamak hakkıdır. Benim oğlumun Berlin’de özel orkestrası var, arkadaşının düğün salonunda müzik yapıyor. Tabii dünya müziği yapıyorlar. Müzik vazgeçilmez bir duygudur. İlerde ne yapar bilmem, bizim zamanımız buradan 50-60 sene evvelinin duyguları. Şu zamanın çocukları ne yapacak bilemem. Peki hayat böyle daha hızlı ve karmaşık devam ettiği sürece, Neşet Ertaş’ın sözleri daha mı anlamlı hâle gelecek yoksa daha mı yalnızlaşacak? Doğru söz kaybolmaz, ama zamanla görüşler değişebilir. Devir değiştikçe, aynı zaman da yeni nesiller değiştikçe bu gibi şeyler de belki değişebilir “Benim sadık yarım kara topraktır.” diyen Veysel mesela. Bütün yediğimiz içtiğimiz, bütün kainatta ne varsa gözle görülen, elle tutulan, yediğimiz içtiğimiz, canımız topraktır. Bu canlı toprağın içinde hepimiz birer ruhuz. Bu sözün kaybolmadığına Veysel örnektir. Önemli olan dünyaya nereye geldik? Bu sıfat yani bu beden nedir? Bu bizim ise neden bu ölüyor, neden gözün bir tanesi kör oluyor, neden saçın dökülüyor, niye ölmek istemiyoruz. Bunu düşündüğümüz zaman vücuttakinin biz olmadığını anlamak lazım. “Nerde ne arıyon divane gönül / Dinle bir kendini anlamak için / Sen bir ruhsun kalbin ruhuna bağlı / İrade elinde yönlemek için / Tanıyabildin mi sendeki seni / Bütün vücudunu bu nazik teni / Allah şahit etmiş ruha bedeni / Kimseyi kimseden sormamak için / Sana akıl fikir bir mantık vermiş / Seni gözün ile dünyayı görmüş / O Hak sevenlerin gönlüne girmiş / Kulundan uzakta durmamak için / Sevip sevilmesi gayet tatlıdır / Garip’im sevgiler farklı farklıdır / O hak ruhumuzla irtibatlıdır / Sır etmiş kendini bilmemek için… Bilmemek için…” Can, ruh olarak emrimize girdiği için biz ne istersek onu konuşuyoruz. İrade bizim elimizde yönleriz, ne istiyorsak onu yaparız, son nefesimize kadar. Ama seni senden daha iyi bilen olur mu? Ruh ile kalp arasında her şey. Bu görüşlerin türkülerini söylüyoruz gençlerimize. Almanya’yı tamamen bıraktınız ve artık Türkiye’desiniz. Nerede yaşamayı arzulardınız? Türkiye’yi, vilayet, kaza, nahiye olarak dört beş kere gezdim ben. Son iki senedir kesin geldim memleketimize. Bizim akrabalar hep Kırşehir’den İzmir’e gitmişler. Eskiden cin işi, şeytan işi derlerdi de kimse davula zurnaya elini uzatmazdı. Bizim aptallar da bu sayede karnını doyururdu. Şimdi mektebe giden gençler de baktılar ki cinin de fotoğrafı yoook şeytanın da fotoğrafı yoook. Aldılar davulu, zurnayı, sazı, kemanı ellerine, bizimkiler aç kaldı. Bizimkilerden de daha iyi çalıyorlar ya neyse. (Gülüyor) İzmir’de kadınları, kızları merdiven temizliğine, ev hizmetlerine gidiyor. O anadan doğma sanatçılar onların yolunun bekliyor, bir sigara parası getirsin de bir sigara alayım diye. Onlar oraya geldiği için ben de İzmir’e yerleştim şimdi. Gönül Yarası filminde saz çaldığınız bir sahne var. Bir Neşet Ertaş filmi çekilse? Yok, artistliği kabul etmiyorum ben. Çok teklif edildi. Halkçı oldukları için, o Şener Şen, Kemal Sunal filan onları severim. Bunlar Eşkiya filminde, bir hapishane türküsü söylemek için hapishanede çekmeyi teklif ettiler, kabul etmedim. Gönül Yarası da benim türkümün adı, filmin başındaki fon müziği benim söylediğim türkü. O yüzden kabul ettim. Klipleri bile kabul etmedim. Bir tane klip var, Garipler diye, başka da yok. Türkü söylemeye başladığınız zaman ne kadar söyleyebilirsiniz? Rahat 5-6 saat söyleyebilirim. Zaten konserlerim de en az iki üç saat sürüyor. Bu kadar türkü okumuş, gönülleri yakalamış bir sanatçının hâlâ kendine ‘garip’ demesini ne ile açıklayacağız? Aslında hepimiz garibiz. (Gülüyor) Allah bizi dünyada getirdi, şimdi ‘bakalım’ içindeyiz. “İnsanlar kendini bilebilseydi / Dünyada haksızlık kavga olmazdı / İnsan doğan yine insan ölseydi / Belki de dünyada hayvan kalmazdı” İşte garipliğimiz biraz oradan geliyor. Allah geçinden versin ama ölümü ne kadar düşünürsünüz. Ölüm, aklınızdan hangi mısralÖlüm normaldir. Yani bir misafir bir yere geldiğinde bir sofra açılır, yer içer ondan sonra vakti geldiğinde kalkar gider. Biz Allah’ın misafirleriyiz. Bizi ruh olarak yaratmış, ikramıdır, bu vücut sayesinde ruhumuz tattırıyor. Misafiriz hepimiz. Babanızın mezarını ziyaret eder misiniz, gider misiniz? Babam mezarda değil ki! Babam ruh. Nefes bittiği an Allah ruhumuzu alıyor, artık nereye gittiğini kendi bilir? Ruhlar ölmeyeceğine göre, vücut toprakta kalıyor. Gözümüzde perde varmış, ruhlar bizi görürmüş ama biz onları göremezmişiz. Ruh ölmüyor, havalesi Allah yolunda... Babanızın ruhunu en çok ne zaman yanınızda hissediyorsunuz? Her zaman. O duygular anında, hep yüzde 90 ben babamın duyduklarıyla çalıp söylüyorum. Ustam odur çünkü. Bir vasiyetiniz var mı? Babamın ayak ucuna gömülmek isterdim. Babamın ayak ucuna bir taş diksinler, ismimi yazsınlar. Ayrıca mezar yapmasınlar bana. Koyacaklarsa oraya bir çukur kazsınlar, üstünü toprakla kapatsınlar. Sadece babamın ayak ucundaki bir taşa benim adımı yazsınlar yeter. Başka da bir şey istemiyorum.’’ Alıntı kaynağı :www.etkihaber.com/vasiyetini-zamana-aciklamisti..-161805h.htm
Hakkını bizlere helâl et! Yüceden yüce gönlün ile nur içinde yat büyük ozan...
|
sazın sözün erbabı
hak için ağlayıp halk için çağlayan
gönüller dostu ustayı tekrar yad etme fırsatı verdi bize...
sevgili dostum hep şöyle diyorum
herkes aşkı anlatır herkes sevmeleri tarif eder
ama hiç birinin tarifi Garip Neşetle boy ölçüşemez..
sizin de çok iyi bildiğiniz gibi ne demişti O
''aşk seven gönülde güzeldir'' var mı daha ötesi...
Bozkırımızın tezenesi Neşet Ertaşın anısına saygı ve hürmetle eğilirken
gönlünüzün güzelliğini bizimle paylaştığınız için
size de en derin saygı ve minnetlerimi sunuyorum
Pir sultanlar, Veyseller, ve illaki de Neşetler sazda yoldaşın ve rehberin olsun