Ben Yunus Lekesiz’im, leke sizsiniz.
Uyumadığım bir gecenin mecburi sabahına uyanmak...
Bir şehrin en işlek yolunda 24 saat açık bir lokanta gibi kapalı olmanın ne olduğunu bilmeyen, birbirine dahi kavuşamayan, yalnız göz kapakları... Sigaranın yanında içilen acı bir kahve gibi beni kötülüğe sürükleyen, geçmişine sövülesi, bilekleri kesilesi, kontrolsüz kollar... Bir çocuğun ağzı kulaklarında oynarken, zamansız patlayan balonu gibi bedenimi titreten soğuk korku seslerinin beynimde patlaması... En büyük sancı sanırdım karnımın ağrısını. Onun da şifası hazırdı zaten, annemin bencillikten uzak, yumuşak elleri... Başımı da ovsana annecim, geçecektir mutlaka. Bir de kalbim. Ona da dokun anne. Geçir ağrısını. Çocukken dinlediğim masalların, rüyalarıma giren o çizgi film kahramanlarının sahteliğini hatırlatıyor bana, şimdi bende bir can, bir kan belki de alın yazım olan baş ağrılarının annemin elleriyle dahi son bulmaması... Alnıma değdiği anda ısınan sular ve soğuk bir duş alamamanın rahatsızlığıyla çocukluğumdaki gülen yüzümün en büyük düşmanı olan ben... Bir silahın namlusundan çıkan kör bir mermi gibi hedefsiz, sayfama yazdığım kelimeler... Her harfine kendimi sığdırdığım kelimeler gibi manidar, yorgun gözlerimden yorgun şehrime kul ettiğim bu bakışlar... Sokak lambasının gerekliliği gibi gerekliyim kendime. Sokak lambasının boş kaldırımları aydınlatması kadar anlamsızım çevreme. Masanın ayakları gibiyim belki. Üstünde taşıdığı yükten haberdar olmak gurur verici. Ve yine diğer ayaklara ulaşamayacağının bilincinde olmak; çaresizlik, yalnızlığın habercisi... Masanın üzerindeki bembeyaz, hafif bir peçeteyim belki de. Başkalarını temizlemek adına kendini kirleten… Belki doğa kadar heybetliyim. Mükemmelliği her gün tehdit altında olan, zulme açık, yok olmaya hazır doğa gibi... Dua gibi kutsalım belki de... İnsanların yalnızca zor zamanlarında aradığı, her şeyin güzel olduğu ortamlarda istenmeyen... Korkulan, çaresiz kalınan hiç bir ortamdan eksik olmayan dua gibi... Kimine göre zaman gibiyim… Her şeyin ilacı… Belki de her şeyin katili… Karanlık kadar korkuncum. Güneşin her doğuşunda yok olmaya mahkum olan, yeniden geceleri bulana kadar ağlayan, masum ama korkulan karanlık gibi... Güneş gibi aydınlığım belki de. ’’Ben sıcağım’’ demesine müsade edilmeyen, yüzüne bakılamayan, ateşiyle yalnız bırakılan güneş gibi... Belki bir kılıcım. Eline alanın cinayetlerine alet olan. İnsanları yaralayan ve tüm suçun üzerine atıldığı o kanlı kılıç... Bakıyorum da şimdi... Her şey olmuşum ben, olmam gerekenin dışında... Görülmeyenleri görmüşüm, görünenlerin arkasında saklanan... Duyulmayanları duymuşum, beynimdeki benin, beni arayan çığlıklarıyla… Her şey olmuşum, her şey olmuşum da ben, bir ben olamamışım; Beni, benlikten uzaklaştıran insanların yalanlarıyla… Yunus Lekesiz |