Sarmaşık
Yağ satarız, bal satarız, bağban verir biz satarız,
Tellalız gül pazarında, gülü verirse satarız. Bağı bostan bağbanındır, gül gözleriz gül bağında, Dikenine karşı öten, bülbülüz gül budağında. O sevgili güller Şahı, gülüverince bülbüle, O da geçti figanından, canını verince güle. Sevmeseydi gül bülbülü, sevemezdi bülbül gülü, Kargayı gül budağında, kim görmüş beklerken gülü. Biz aşığız, hem de aşka sırıl sıklam aşığız, Gönül semasına doğru filizlenen sarmaşığız. Aşkı bilmez haramiler, beyhude aşk diyorlarmış, Kendi beyhude olanlar, aşka dil uzatıyorlarmış. Derler ki; ’Allah’ı inkâr edenlere denir kâfir’, ’Aşkı inkâr edenlerse, kâfirin de kâfiridir.’ TAŞKENT’TE BİR KIZ SEV DE, ONDAN SONRA GEL BİZE! Vakti saadetlerinde, Mevlâna dergâhına bir Türkmen genci gelir ve huzura çıkmak istediğini söyler. O kadar ısrar eder ki; gerek devlet erkânının ve gerekse dünyanın her yöresinden gelen binbir türlü insanın derdine derman olmak için, kendi özel hayatına bile zaman ayıramayan gönüller sultanının, kayalardan akan kaynak sularının berraklığındaki ses tonu ve şiirler gibi akıp giden konuşma üslubuyla; ─ ’Evladım, hoşgeldin. Gözümüzden de, gönlümüzden de yücesin. Başımıza taç geldin. Buyur ne istersin bizden? ’ sorusuna muhatap olma bahtiyarlığına erişir. ─ ’Sultanım! Adınız, ününüz Diyar-ı Rum’u aşıp İran’ı da, Turan’ı da istilâ etti. Dillerimizde tesbih, gönüllerimizde aşk ve muhabbet oldunuz. Bu anı nice zamandır umut ettim, bekledim. Lûtfedip kabul buyurursanız eğer, bendeniz sizin öğrenciniz olmak, yolunuzda izinize basarak yürümek istiyorum. Bunca yolu aşıp gelmemin sebebi budur.’ dediğinde, güzel yüzünü ağlamaklı bir hüzün kaplayan Mevlâna tevazuyla; ─ ’Oğlum! Nereliyim demiştin, nereden gelmiştin, bir daha söylermisin? ’ der. Delikanlı; ─ ’Türkmenim ben, Taşkent’ten geldim. ─ Ya öyle mi ? Peki şimdi sana birşey sorsam bize gücenir misin ? ─ Estağfurullah efendim ! Ne siz kimseyi gücendirirsiniz ne de kimse size gücenebilir. Zira siz; zehri, yağı bal eden kutlu nefesin sahibi, bu vaktin sultanısınız. ─ ’Peki söyle bize evlâdım. Sen, Taşken’te hiç bir kız sevdin mi ? ’ buyurduğunda, o ana kadar sevincinden yerinde duramayan Türkmen yiğidi, bir anda dumura uğrar, şaşırır, dili tutulur. Utancından yüzü kızarır. Başını öne eğip sükût eder, susar. Mevlâna; ─ ’Oğlum kaldır başını ! Duydun mu bizi ? ’ deyince; ─ ’Evet efendim.’ diyebilir ancak. ─ Söyle öyleyse, Taşkent’te hiç bir kız sevdin mi ? ─ Hayır sultanım, sevmedim. ─ ’Güzel evlâdım! O zaman git, Taşkent’te bir kız sev de, ondan sonra gel bize. Zira bizim yolumuz Aşk yoludur.’ buyururlar. Neler olup bittiğinin cevabını bir türlü bulamayan ve şaşkınlığı gittikçe artan delikanlı, elinde olmadan gayri ihtiyari yerinden kalkıp, kapıya doğru ilerlerken, Mevlâna; ─ Dön evlâdım, dön! Anladın mı bizi ? ─ Hayır sultanım anlamadım. ─ Belli anlamadığın. Otur şimdi ve bizi çok iyi dinle. Taşkent’te bir kız sevip de onun konağının, evinin etrafını, herkes tatlı uykusunda uyurken, hacıların kâbeyi tavaf ettikleri gibi, geceleri sabahlara kadar onlarca kez tavaf edip dolanmadıysan... Yine onun hasret firakıyla, sabahlara kadar uykuyu gözüne haram edip de, sicim gibi yaş ve kan dökmediysen... Yemekten aştan kesilmediysen... Vesselâm sevmediysen oğlum... Sen bizim yolumuzda bir adım dahi atamazsın. Çünkü bu yol Aşk-ı sevda yoludur. Hangi gönül ki Aşk’a müptelâ olur; o gönül sahibindeki mevcud olan bütün çirkinlikler, çirkin sıfatlar bir bir yanar, kül olur. Nedir bunlar dersen; cimrilik, korkaklık, haset, kibir, gurur, kin, şan, şöhret, şehvet gibi say sayabildiğin kadar. Onlar yanıp bittiğinde ise Aşk’ın çocukları olan şu güzel sıfatlar görülmeye başlar. Asalet, letafet, zerafet, nezaket, şefkât, merhamet, incelik yani ince ruh, cömertlik, cesaret ve adalet gibi. Bunları da say sayabildiğin kadar. O kişi işte o zaman sevmeye ve sevilmeye lâyıktır. Zira kendisine ait hiç bir varlığı kalmamıştır. O gönül sahibinden görülmeye başlayan güzellikler ve bu güzel sıfatlar, hep Allah’ındır da ondan. ’Çünkü Allah güzeldir ve güzeli sever.’ hadisi kudsisindeki sır tecelli eder de, o insanı herkes sever. O da herkesi sever. Bu sıfatların kâmil manâda sahibi olan eğer bir bey ise, o tam bir erkektir, beyefendidir. Şayet hanım ise o da tam bir inceler incesi hanımefendidir. Onun dışındaki beyleri de, hanımları da say sayabildiğin kadar. O kadar çokturlar ki sürü ile. Ben de Aşk’ın çocuğuyum. Annem Aşk’tır benim. Çünkü Allah; kâinatı Aşkından yaratmıştır. O yüzden kâinatın var olmasına sebep ettiği, güzeller güzeli ahir zaman peyamberine, ’Habibim yani sevgilim, Aşkım Muhammed’ demiştir. Yani bizim aslımız Aşktır, muhabbettir evlâdım. Vallahi başkası değil. Kim ki Aşk’a burun kıvırır, inkâr eder, bil ki kendini inkâr eder. İşte onlar pek kabadır, hoyrattırlar. Sevimsizdirler. Eşek arısı tabiatlı olduklarından, kırıp dökmekten keyif duyarlar. O kadar çokturlar ki, sanki arzı istilâ etmişlerdir. O yüzden; bal arısı huylu, ince ruh sahibi Aşk ehli olanlar, bunlardan, İsa Peygamberin ahmaktan kaçtığı gibi kaçarlar. Kaçmak da lâzım. Çünkü onlara nasihat da kâr etmez. Bu sebeptendir ki; dünyada güzel gönlün sahibi olan Aşk ehlinin gamı hiç bitmez. Çünkü onlar ucu bucağı olmayan gönül ovasında lâle, sümbül, mormenekşe yeyip gezerken avcının tuzağına düşüp de, eşekler ahırına hapsedilen ceylanlar gibidirler. Devamlı o aşk yurdunu özlerler,. Yani inceliği, letafeti, zerafeti ve diğer bütün güzellikleri görmek isterler ama, dünya ahırındaki eşeklerde bu sıfatlar yoktur ki görüp de sevinsinler. Onlar hâl lisanıyla konuşurlar. Pek ince ve kibardırlar. Gönlü güzelliğe yatkın olanlar, onları çok sever ama bilemezler niye sevdiklerini. İşte Zeliha’nın Yusuf Peygamberde gördüğü bu güzellikti. Mecnun’un Leylâ’da, Ferhat’ın da Şirin’de gördükleri de O idi. Başka birşey değildi. Ya güzel evlâdım! Anladın mı şimdi ne demek istediğimizi? Yoksa bir kız sev de gel derken, Taşkent de onun bunun namusuna, hanımına, kızına sarkıntılık et demedik elbette. Sevgiden haberdar ol da, öyle gel demek istedik. Bu Aşk’ı, Allah kime murat ettiyse ona verir. Taat ibadetle, sayı gayretle, çalışmayla elde edilen birşey değildir. Allah aramakla bulunmaz ama bulup kavuşanlar ise sadece onu isteyenler ve arayanlardır. Anla... Hakiki gönül sarrafı Sultan Mevlâna’nın, dilinden dökülen paha biçilmez inci mercanı, yine kendilerinin yüce himmetleriyle basiret ve gönül kovanının kapağı açılan Türkmen genci, anlayıp fehmederek bir ömür huzurda kalma bahtiyarlığına erişmiştir. O derde düşenlere müjdeler olsun! Muammer BİLİM |