DESTANSI ÖYKÜ'DEN
I
Üç yıl boyunca hiç durmadan haberciyi bekledik gözlerimizi dikip çamlara, kıyıya ve yıldızlara. Bir olup sabanın demiriyle, omurgasıyla geminin, İlk tohumu arıyorduk eski oyun yeniden başlasın diye. Yaralarla döndük yurdumuza, elimiz kolumuz tutmuyordu, ağzımız tuz pas içinde. Kuzeye doğru yol aldık uyandığımızda, lekesiz kanatlarıyla bizi sislere salan kuğuların yaraladığı yabancılardık. Uluyan gündoğusu çıldırttı bizi kış gecelerinde, yazları, ölmeyen günün acısında yitirdik kendimizi. Birlikte getirdik dönüşte Bu oyma kabartmalarını saygılı bir sanatın. II Yeniden bir başka kuyu bir mağara içinde. Bir zamanlar kolaydı Putlar, süsler çıkarıp derinliklerinden Sevindirmek bize bağlı kalan dostları. İpler kopmuş artık; yalnız kuyu ağzındaki izleri Ansıtıyor bize, bizi koyup giden mutlulukları: Kuyu ağzında parmaklar, ozanın deyişiyle. Bir an taşın serinliğini duyuyor parmaklar Ve taşa geçiyor gövdenin sıcaklığı, Her kıpı, sessizlik dolu, damla akmadan Ruhunu oyuyor mağara sanki kumarda ve yitiriyor. III "İçinde hançerlendiğiniz hamamı unutmayın." Ellerimde bu mermer başla uyandım Dirseklerimi yoran, nereye koyacağımı bilemediğim. Bir düşe yuvarlanıyordu baş, ben düşten uyanırken, Böylece birleşti yaşamlarımız, şimdi ayırması güç. Bakıyorum gözlere, ne açık ne kapalı, Konuşmağa çalışan ağıza konuşuyorum, Tutuyorum derinin ötesine çökmüş yanakları. Gücüm fazlasına yetmiyor. Ellerim kayboluyor, sonra dönüyor, Sakatlanarak. IV ARGONOTLAR Ruha gelince, tanıyacaksa kendini, bir başka ruhun derinliklerine bakması gerek: hem yabancı, hem düşman, aynada gördük onu. İyi çocuklardı yoldaşlarımız, hiç yakınmıyorlardı yorgunluktan, susuzluktan, soğuktan, ağaçlar ve dalgalar gibi dayanıklıydılar rüzgârla yağmuru kabul eden, geceyle güneşi, onca değişim içinde hiç değişmeden. İyi insanlardı, günlerce başlarını eğip hep birden soluyarak küreklerde ter döktüler, kanlarıyla kızardı uysal derileri. Kimi zaman türküye durdular, başlarını eğip hintincirlerinin bittiği ıssız adadan geçerken, köpeklerin havladığı burnun ötesinde, batan güne doğru. Kendini tanıyacaksa ruh, diyorlardı, bir başka ruhun derinliklerine bakması gerek Ve kürekler vuruyordu denizin yaldızına gün batarken. Nice burunlar geçtik, nice adalar, deniz bir başka denize karışıyordu, martıları, ayı balıkları başka. Gün oldu, mutsuz kadınlar yas içinde dönmeyen çocuklarına ağladılar, öfkeyle Büyük İskender’i sordu başkaları ve Asya’nın derinliklerine gömülen kahramanlıkları. Gecenin kokularıyla yoğun kıyılara demirledik gemiyi, kuş cıvıltıları, suları elimizde büyük bir mutluluğun anısını bırakan. Ama hiç sonu gelmiyordu bu yolculukların. Ruhları bir olmuştu küreklerle, ıskarmozlarla, asık yüzlü pruvasıyla geminin, dümen suyuyla bir, yüzlerinin görüntüsünü kıran sularla bir. Birer birer öldüler başları eğik yoldaşlarımız. Kürekleri belirtisi kıyıda yattıkları toprağın. Kimseler yok adlarını anacak. Alın yazısı. Çeviri : Cevat ÇAPAN IX Liman yaşlıdır, artık bekleyemem Çamlı adalar için çekip giden arkadaşları Çınarlı adalar için çekip giden arkadaşları Açık deniz için çekip giden arkadaşları. Okşarım paslı gemileri, kürekleri okşarım Ki bedenim canlansın ve güçlensin. Yelkenler tuz kokusu verir yalnız Öteki fırtınadan. Yalnız kalmak isteseydim, sessizlik Olurdu aradığım, yoksul ufukta Bu çizgilerin, bu renklerin, bu suskunluğun Ruhumu parça parça edeceği umudu değil. Gecenin yıldızları yeniden getirdi bana Ölümü bekleyen Odysseus’un güvenini, çiriş otları arasında. Burda çiriş otları arasında demirlediğimiz zaman Adonis’in yaralandığını bilen boğazı bulalım istedik. Çeviri : Melih Cevdet ANDAY |