KOCA HASAN DAYI
Issız dağlar, gür ormanlar, akar sular geçerek
Rumeli’nin bir yanını baştan başa dolaştım. Yaz günüydü, uzaklardan mezarlığı seçerek Sabah vakti çukurda bir viran köye ulaştım. Sisli bir dağ eteğinde isli birkaç evceğiz, Bir ormanın gölgesinde dalgın dalgın uyurdu. Çerden çöpden çatılmış bir viraneydi köyceğiz, Gece dağdan kurtlar iner, dolanırdı o yurdu. Lakin bilmem ne hikmettir! O kırlarda, bağlarda Bir perişan güzellik var, sevdasına doyulmaz. Sular çağlar, rüzgar ağlar gece gündüz dağlarda; Irmaklarda iniltidoen başka bir şey duyulmaz. Kestanelik gölgesinde hayal gibi yürürsün, Bülbül şakır her ağacın, bir nazenin dalında. Tarlalarda gülümseyen çiçeklerin alında Ela gözlü gelinlerin gül benzini görürsün. İğri büğrü geçitlerden, kumsal dere yanından Dalgın dalgın geçiyorken, gözü kalır insanın. Laleleri al al olmuş vahşi kara ormanın; Kudret eli kalem çalmış şehidlerin kanından. Akşam üstü o dağlara sanki bir yas bürünür: Duman alır yükseklerde ıssız kaya başını. Her gelincik uzaklardan bir damla kan görünür, Gaza yeri zannedersin toprağını taşını. Gölge yürür, köyü okşar, ufku sarar gizlice; Tepelerden yalçın taşlar akan suya ses verir. Karanlıklar inci serper çayırlara her gece, Sabah olur, -peri gibi- gün yüzünü gösterir. Bir düş görür gibi geçtim o kimsesiz yerlerden, Harmanlara çıkar bir yol buldum, köye yanaştım. Yalnız değil, çoktan beri ben gönlümle yoldaştım. Ne düşündüm, bilmem niçin garibsedim seferden? Dört ağzına gelmiştim, mescide pek yakındım Azıcık durdum, doğruldum, etrafıma bakındım; Bir şey gördüm, asırlardan kalma ulu bir çınar, Altında yeşil sarıklı, bembeyaz bir ihtiyar. Çeşme başında ağaca yaslanmış bir emirdi. Kaygısız ve duygusuzdu dünyüyü boş bakışı. Efsaneler naklederdi insana loş bakışı. Yaşlı gürbüz bir yörükdü, paslanmış bir demirdi. Hiç akranı kalmamıştı; köyde varsa bir eşi, Gölgesinde dinlendiği koca, yüce çınardı. Bir neş’eli çocuk gibi doğan sabah güneşi, Temiz, beyaz sakalını öper, sever, okşardı. Bu çehreye şen güneşin kahkahası vururdu, Lakin koca karlı dağda artık çiçek açmazdı. Bir devrilmiş kütük gibi kımıldamaz dururdu, Bu zararsız ihtiyardan kuşlar bile kaçmazdı. Yavaş yavaş ilerledim, küçük bir hendek aştım, Üç adım sonra, sessizce ihtiyara yanaştım. Selam verdim, selam aldı, tütün verdim sevindi. Bir müslüman olduğumdan tamamıyle emindi. Bir kav çaktık, çubuk yaktık, biraz duman savurduk. Gölgelikte hoşbeş ettik, biraz yalan savurduk. Aramızda söz uzadı, laftan lafa aşarak, ’Nerelisin? ’ diye sordu, ’İstanbul’lu dedimdi. ’-Sultan Mahmut sağ mı? ’ dedi, sonra birden coşarak; ’Tam beş yıl askerlik ettim, ekmeğini yedimdi. ’Hey devletli koca sultan, hey celalli arslan, hey! ’Bir kır ata biner gelir, gelen şahin sanırdın. ’Bin yiğidin arasında, bir görüşte tanırdın. ’Ak sakallı vezirleri karşısında titrerdi, ’Ardı sıra derya gibi kullar yürür giderdi. ’Fermanına yedi kıral baş eğermiş derlerdi. ’Evliya kuvveti vardı, ona ermiş derlerdi. ’Biz ne mutlu günler gördük, dehey gidi devran hey! ’Delikanlıydım o zaman, kapısında çavuştum, ’Beş sene hizmetten sonra geldim köye kavuştum. ’Bir daha çıkmadım artık. Tarla takım edindim, ’Elli sene şu toprakla güreş ettim, didindim. ’Çocuklar askere gitti, biri geri gelmedi, ’Hiç birinin bugüne dek bir haberi gelmedi. ’Sonra kadın öldü. Çoktan kimsesizim, yoksulum; ’İhtiyarlık pençesinde zebun kalmış bir kulum.’ Bu sözleri o söylerken ben dikkatle dinledim, Can evimde acı duydum, için için inledim. Bu adamın sergüzeşti bana hayli dokundu. Dertli gönlümde mazinin ezanları okundu. Sakin sakin ağlamışım, baktım gözüm yaşarmış, Zavallı, kimsesi yokmuş, yapayalnız yaşarmış. Ben de merak edip sordum hayatını, yaşını. Biraz daha kurcaladım canlı mezar taşını. ’-Bu köyde doğmuşum, dedi, çoluk çocuk kalmadı, ’Seksenbeşlik varım belki, bak şu yaşta öksüzüm. ’Gözde fer yok, dizde derman, canda soluk kalmadı, ’Baykuş gibi şu kovukta geçer gecem, gündüzüm. ’Ben de halimce gün gördüm, sorma inceden ince, ’Bana Koca Hasan derler; Hasan Dayı deyince, ’Yedi köyden karı kızan hep tanırlar bilirler, ’Beni görmek için harman vakti bazı gelirler.’ Dedim: ’Baba, İstanbul’a döneceğim, sen de gel. ’Evlat gibi heoş tutarım, misafir ol bende, gel. ’Bizde sana canla başla hizmet edip bakarlar, ’Yazın taze süt bulurlar, kışın ateş yakarlar. ’Dinlenirsin biraz belki...’ İhtiyarın yüzüne Ateş bastı, bir kıvılcım düştü solgun yüzüne. Dedi: ’-Oğlum, bu dünyüda artık nedir umudum? ’Allah senden hoşnud olsun, ben köyümden hoşnudum. ’Gönlüm, gözüm bu yerlerde ne şenlikler görmüştür. ’Hepsi yalan. Geldi, geçti fani dünya bir düştür. ’Gelen gitti, konan göçtü, kervan geçti, ben kaldım, ’Yalnızlıktan dilsiz oldum, ıssızlıktan bunaldım. ’Şimden sonra nerde olsam benim için mezardır, ’Nerde ölüm pençesinden kurtulacak yer vardır? ’Bak ben artık bir sararmış, bir kurumuş yaprağım, ’Rüzgar beni savurursa burasıdır toprağım. ’Burda rahat ölmek için ölenlere ağladım, ’Niçin candan ayrı düştüm, kara yazma bağladım. ’Arslan gibi üç oğlumu kurban ettim uğrunda, ’Çifti sattım, evi, barkı viran ettim uğrunda. ’Altmış sene oldu belki, ben bu köyden çıkmadım, ’Ormanından, deresinden, kuşlarından bıkmadım. ’Oğul, arzum budur benim: Burda ölmek isterim! Yad ellerde neylerim? ...’ |