VATAN BAYRAK KUTSALDIRŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Dr. Ahmet H. Kepekçi
20 Mayıs 2012 Ehl-i Beyt’in şahsında tarihle yüzleşmek Ehl-i Beyt’in kurtarıcı nefesine ihtiyacımız var. Öteden beri Alevi - Sünni ayrılığı İslam âleminin gündemindedir. Bu bizim yumuşak karnımızdır. Bunu bildikleri için emperyalist güçler hep bu sahayı kaşımışlardır. Zaman zaman iç çatışmalar meydana gelmiş, mesele bir kan davasına bile dönüşmüştür. Yaşadığımız şu dönemde artık işler iyiden iyiye çığırından çıktı. Şia - Sünni çatışmaları artık bölgesel bir karakter almanın eşiğindedir. İslam ülkeleri Şia - Sünni diye iki bloğa ayrılmaya ve fitne güçler tarafından vuruşmaya doğru süratle yol alıyorlar. Üstelik her iki taraf da din iddiasında ve insani gerekçeleri öne sürüyorlar. Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın öncülüğünde tertiplenen “Birlik ve Beraberliğimiz İçin Ehl-i Beyt” sempozyumu münasebetiyle yaptığım bir araştırmayı okuyucularımla paylaşmak isterim. Ehl-i Beyt’in şahsında tarihle yüzleşmek gerektiği; Alevileri nasıl algıladığımızı; ayrılıkların hangi güçler tarafından istendiği; İslam dünyasındaki ayrılıkların faturasının ne kadar kabarık olduğunu; günümüz de mezhep ayrılığının siyasi yönünü; Ehl-i Beyt birliğin adresi olduğu; birlik olmazsa varlığımızın da devam etmeyeceğini ve çözümün adresini gündem edeceğim. Her şey zıddıyla kaimdir. Sünni ile Şia arasındaki mevcut olan ayrılıkların temel sebebini analiz etmek gerekmektedir. Tarihi hakikatleri ortaya koymak, Ehl-i Beyt’in hayatını gündeme getirmek ve tarihle yüzleşmek gerekmektedir. İşte bu yaklaşım, Ehl-i Beyt’i sevenlere iadeyi itibar ve süregelen gönül kırıklığının da önüne geçecektir. Hiç uzağa gitmeden kendimizi ve çevremizi sorgulayalım. Göreceksiniz ki Şia, Alevi, Caferi ve Sünniler birbirlerini yeterince tanımıyor. Bırakınız tanımayı, birbiri hakkında eksik ve yanlış bilgilerle donatılmış durumdalar. İşin bir başka yönü, çoğunluk itibarıyla Sünniler de, Şia mensupları da maalesef dinimiz İslam’ı yeterince bilmemektedir. İslam tarihinde peygamberimizden sonra Ehl-i Beyt ciddi anlamda mağdur edilmiştir. Emevi ve Abbasi’lerin uyguladıkları siyaset maalesef bu ayrılıkların temel sebebini teşkil etmektedir. Hz. Fatıma anamız mağdur edilmiştir. O kadar kalbi kırılmıştır ki, cenazesine kimseyi kabul etmemiştir. İmamı Ali mağdur edilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında da beyan edildiği gibi Gadr-i Hum’da ilan edilen halifeliği kendisine verilmemiştir. Daha sonraki halifelik döneminde ise türlü türlü entrikalarla karşılaşmıştır. İmam Hasan zehirlenerek şehit edilmiştir. İmam Hüseyin Kerbela’da susuz bırakılarak şehit edilmiştir. Hem de Fırat nehrinin kenarında olduğu halde. Ehl-i Beyt mensupları niçin Orta Asya’da kendilerine vatan arama ihtiyacı hissetmiştir? Ehl-i Beyt’in, dünyanın değişik yerlerine dağılmaları neticesinde, İslam’ın yayılması ve kendine vatan bulması da mümkün olmuştur. Haksız uygulamalar o günden bu güne devam edegelmiştir. İşin acı tarafı sanki Alevi (İmam’ı Ali’yi sevenler, onun taraftarı) olmak ile Sünni olmak birbirinin karşıtı olarak gösterilmiştir. İşte biz Türkler Ehl-i Beyt eliyle İslam’la müşerref olduk. Biz Türkleri, diğer Sünni milletlerden ayıran özellik Ehl-i Beyt’e olan sevdamızdır. Biz isim olarak hayattaki en değerli varlıklarımızdan olan çocuklarımıza hep Ehl-i Beyt’in isimlerini verdik. Biz Türkler asakirullah olduk, hep mağdurun yanında yer aldık. Elbette tarihin bize yüklediği bir sorumluluk vardır. Şia ile Sünnileri bir araya getirecek olan da Türk milleti olması gerekirken bugün hangi safta duruyoruz, bölen tarafta mı, birleştiren tarafta mı? Dr. Ahmet H. Kepekçi 23 Mayıs 2012 Alevileri nasıl algılıyoruz? Ehl-i Beyt’in Kurtarıcı Nefesine İhtiyacımız Var – 2 Ben Sünni’yim. Bize Şia, bildiğimiz dört hak mezhebin dışında gösterildi; yani makbul değil diye öğretildi. Şia için ne denilmedi ki… Peygamberimizi kabul etmezler! Namaz oruç ve hac ibadetini de kabul etmezler! Mum söndü yaparlar! Kestikleri kurbanın eti yenmez! Kızları ile evlenilmez! İşin garip tarafı Şia hakkında bu tür yalan yanlış bilgiler bütün İslam coğrafyasında hâkimdir. Hepimizin hayatında yaşadığı hatıralar vardır. Benim de bu konuda yaşadıklarım var. Azerbaycan’da İmam Musa Kazım’ın kızının türbesinin de bulunduğu “Bibi Heybet camii”ne gitmiştik. Namazdan sonra cemaat, imam efendi ile musafaha yapıyor. Her defasında farklı bir dua ediliyor ve akabinde duaların kabulü için bir salâvat deniyor ve hep bir ağızdan salâvat getiriliyordu. Yine yıllardan beri iş yerimin yakınında bulunan Caferilerin camisinde bir Cuma namazı kılmaya karar vermiştim. Merakımı gidermek istiyordum. Hutbe esnasında ne zaman Peygamberimizin mübarek ismi geçse cemaat ayağa fırlıyor ve hep bir ağızdan, “Allahumme Salli Ala Muhammed ve Ali Muhammed” diyorlardı. Bitmedi, bir başka hatıram da şu; geçen yıl hacda Arafat’tan Müzdelife’ye inerken Caferilerin arabasına bindik. Arabanın içerisi çok kalabalık iğne atsanız yere düşmez. Yerlerinin darlığından dolayı şikâyet etmeye başladılar. Bunun üzerine hocaları “yerlerimizin genişlemesi için bir salâvat getirelim” demez mi. Bütün cemaat aşk ile salâvat getirdiler. O andan itibaren kimseden bir şikâyet gelmedi. Bütün bunları gördükten sonra yıllar öncesinde yaşadığım bir hatıraya da hayıflanıyorum. Haseki hastanesinde doktor olarak çalıştığım yıllarımda hastane dışında da görüştüğüm bir aile bir gün beni ‘Matem Günü’ne çağırmıştı. Alevi olduğunu öğrendiğim bu aile ile bir daha görüşmemiştim. Gelelim Bektaşiliğe. Bektaşilik konusunda genel anlamda bildiklerimiz Bektaşi fıkralarında anlatıldığı kadardır. Oysa Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın öncülüğünde yaptığımız Hacı Bektaş ziyaretinde gördüklerimiz çok farklıydı. Ziyaret esnasında yapılan sohbette, dini hassasiyet; devlet ve milletimize bağlılık konusunda ana çizgiler itibarıyla birbirimizden farkımızın olmadığını görmüş olduk. 13. yüzyılda Anadolu’nun İslamlaşmasında Hoca Ahmed Yesevî’nin talebelerinden olan Hacı Bektaş’ı Veli’nin çok büyük fonksiyonu vardır. Anadolu’da yerleşik bulunan etnik unsurların İslamlaşarak Türkleşmesinde ortak bir potada eriyerek millet olmasında Ehl-i Beyt ailesinden olan Hacı Bektaş ve erenlere çok vefa borcumuz ve himmet talebimiz vardır. O halde toplum olarak bir algı oyununa kurban gitmemek için sosyal barışı temin etmemiz gerekmektedir. Bu uğurda kendisi Sünni bir alim olan ve hayatını Ehl-i Beyt’e bağlılık içinde yaşayan ve her platformda yaşadıklarını anlatan Prof. Dr. Haydar Baş hocamıza müteşekkiriz.
Yer ile gök ağlıyor, terör yürek dağlıyor
Balığa baktım kokmuş, kul koyunu bağlıyor Etrafta arılar var, bal arısı sanmayın Bu iş şeytana kaldı, vidaları yağlıyor. Hava su ve toprağa, para büyük fark atmış Doğal yaşam perişan, diyerek bizi satmış Allah zaten biliyor, hesap günü var bunun Maskesi din olanın, hakkı hesaba yatmış. Vatan bayrak kutsaldır, bilmeyen tek kişi yok Hal böyleyken ayrım var, biri aç birisi tok İslam kimin emrinde, Allah’ın emri iken Ali kimin emridir, neden sorgulayan yok. Her Allah sözü farz’dır, namaz Allah’a arzdır Hilesiz hurdasızsa, bak bu en makbul tarzdır Allah şeytan yarattı, bizi kandırsın diye Ehl-i Beyt’se tek yoldur; Çünkü Ehl-i Beyt farzdır. |
islamiyet etksini yitirir.Cehalet egemen olur.Bizim yapacağımız tek şey türk milleti olmaktır.Alevisi ile sünnisi ile diğer mezhep farklılıklarla beraber.Yunus emrenin bir sözü var:Üst üste küp dizseler altan birini çekseler seyret sen o zaman gümbürtüyü.Yurdumuzda herhangi bir topluluk demek türk milleti demektir.Biri eksik olursa Türk milleti yara almış demektir.Kalemine ve yüreğine sağlık.Onun için diyorum ki,Ne mutlu türküm diyene ve kendini türk görene.Saygımla.