YIKICILAR GELDİLER
Ve evin yüzü burkuldu
Bir kıpırtı vardı şakaklarında. Yıkıcılar geldiler, çatıdan başladılar. Kiremitleri topladılar birer birer. Tahtaları söktüler, kanırtıp çivileri Ellerinde keserler. Anımsar mısın denize karşı oturmuştuk. İkimizde arkamızı dönmek istememiştik kıyıya. Susmuştuk uzun bir hesaplaşmayla. İki sevgili vardı yan masada; Umurlarında bile değildi deniz, Alınları birbirine değecekti az daha. Yıkıcılar geldiler, Çıkardılar kapı ve pencerelerin pervazlarını. Kör gözleri ve açılmış ağzıyla Kaldı temelleri üstünde umarsız ev. Sıra balyozlardaydı artık, Çelik iskeletini evin ortaya çıkarmak için. Benim göğüs kafesimde bir iskete, İskeletimin bekçisi, içten bağlı kemiklerime. Sıçrayıp duruyordu ordan oraya, Duyuyordum kıpırtısını içimde. Bir bulut geçiyordu senin gözlerinden. Oturuyorduk; ben kızgın çölüm, sen yıldızsız göğünle. Yıkıcılar geldiler; Düştü gürültüsüyle yüzü köhne evin, Göründü bazı odaları ve iç duvarları. Aynı renklerle boyanmış sofası, isli mutfağı. Bir kesit kalmıştı geriye şimdi o evden Eski bir yaşantıyı simgeleyen Çıkıp yürümüştük kıyı boyu Benim sıvası dökük yüzüm, senin çocuk gözlerinle. Oysa sen yürümeyi sevmezsin. Nasıl da değişmişti görünüşü Yıllardır görmediğimiz kentin Yürümüştük anısıyla eski cumbalı evlerin. Yıkıcılar geldiler, yıktılar bütün duvarları. Yalnız temel kaldı geriye ve birkaç tuğla kırığı. İş araçlarında artık, Bir canavar ağzıyla deşmek için toprağı. Ve temizleyecekler kazılan yerlerde Bizden kalan balçığı. |