Güz Öpüşleri
her sonbahar geldiğinde
yün bir boğazlı kazak yumuşaklığında beni sımsıkı saran senin o ten kokusu kıvamındaki ısıtmalarını özlerim... ve şimdi sen hiç düşünmezsin değil mi şu benim buz tutan güz üşümelerimi... her sonbahar geldiğinde ve ben her sobayı yaktığımda hani o tembel uyuşuk kedimiz gibi, atıp da kendimi ardına ve büzüşüp de seni düşlerken; gözlerim dalar karşımdaki o çırılçıplak kızılların mutaassıp bir karanlığın gözleri önünde hiç utanmadan öylece orta yerde, en ayıbından, şu dökük tavanla alev alev arsızca sevişmelerine... ve hani dışarıda ağaçların ulu orta soyunduğu şu hasretimin içini ısıtan yapraklar gölge gölge dökülürken ayaz bir sokak lambasının fukara ışığında; ve hani içeride o en iç gıcıklayıcı haddini bilmez bir soba harının o insanı günaha sokan dayanılmaz çekiciliğinde koynuna girmek gibi; ve sanki hani sana o ilk defa dokunmak gibi, ve sanki yüzümde uyuşan şu alev gibi, tenimde için için yanan ateş gibi, cehennem gibi kor gibi ama hep kadın gibi sen gibi, o ruj kokan kırmızı dudaklarını özlerim... ve şimdi... hadi söyle söyle... sen hiç düşünmezsin değil mi hiç bilmezsin değil mi nasıl da özlediğimi kızıl bir ruj kokusu kahredişliğindeki senin adamı o günaha sokan güz öpüşmelerini.... Abdulhamit Hocaoğlu |