Mağrur Kadıneski bir şehrin, loş sokaklarında, bir aşk sahnesi kurulmuştu. oyun, tek perdelik, iki kişilik bir oyundu. yazarı, senaristi, yönetmeni aşktı. kumrular uykuda, yarasalar uzaklarda avlandı. yoldan geçenler, oyunu izleyemedi. sahnenin tek süsü, yaprakları sararmış ağaç dallarıydı. parlayan yıldızlar seyretmeye, dolunay, şahitliğe hazırdı. oyun, vaktinde başladı. siyah elbise içinde, uzun boylu bir kadın, aşkına esir, yaban elden bir adam. oyuncular sahnede, çok kısa konuşmalar… dolunayın esrarlı ışıklarında, uzun, anlamlı anlamsız, bakışmalar. yüzlerinde tarifsiz duygular. hızlı, hızlı çarpan yürekler, gizlice alınan, saklı kalan nefesler. birleşemeyen eller. kadının suskun dudaklarından bir sözcük, göktaşı gibi sahneye düştü. havada buz gibi rüzgar esti. kumrular birbirine sarıldı. yıldızlar şaşkın, ikisi uzaklara kaçtı. dolunay, korkudan bulutlara saklandı. aşkla uzanmış eller, yana düştü. bakışlar karanlıkta umut aradı. yapraklar süzüldü, doluştu sahneye. oyun bitmiş, perde kapanmıştı. siyah elbise içinde, alımlı, güzel kadın, uzun saçlarını rüzgara bıraktı. mağrur bir eda ile, loş sokaklara daldı. adam olduğu yerde, bir müddet öyle kaldı. zorlukla ayağa kalkıp, başını yukarı kaldırdı. gözlerinde biriken bir çift yaşa, ayı ve yıldızları şahit yazdı. önünde, sadece gidişi olan uzun yola baktı. birde, yüreğindeki aşka. bilinmeyen bir sona, su gibi aktı. adam, bir başka oyun oynayamadı. mağrur kadın, bu oyunu sanal sandı. aşkı, süslü aynalarda aradı. bu oyunda, gerçek aşk vardı. o da, adamın yüreğini esir aldı. Mehmet Macit 28.02.2012 |