Kimseye değil, Öylesine...
"Kent gözlü insanların suskunluğundan peydahlanmış bir aşk düşmüştü payıma,
Yüreğinin yollarına düşmeden biraz önce." Kendi canını yakan aşıklar, gerçekten sevmeyi bilenlerdir. Peki, ben senin için dünyayı tersine döndürmüşken, Canımın yanmasına niye izin verdin. Uçurum renkli düşler görmeyeli senin adından çıktığım her yol, İdamlık hüznüme bir kalem kırıyordu ve vuslat yüklü yolculuklar yaparken sana, Bir kent’ten diğerine taşınıyordum. Vakit hep senden gitmeye yaklaştıkça, Daha bir sert cümleler düşürüyordum dudaklarıma. Vakit İstanbul’un sensiz sokaklarına ağır küfürler yağdırmaktı. Gözlerinin kıyısında kendimi boğmak istiyordum, Sana daha yakın olabilmek için. Çünkü gözlerin ömrümün en dalgalı deniziydi Ve ben küreksiz bir sandala hapsolmuştum gözlerinde... Sensizliğimi mutluluk yüklü bir fotoğrafın arka yüzüne karalayıp gidişine ceplerimden sarkan acılarımı tanıklık ettim... Boğazın da ölü düşler ısmarlayan aşkın, senden başka ne isteği olabilirdi ki... Annemin sesinden dinlediğim çocukluğumun masalları gibiydin, Bir vardın bir yoktun... Ama hep vardın bir yerlerde, Bazen bir öpüşlük uzaklıktaydın... Elimi uzatsam, sanki her şey bir rüyanın bitişine denk gelecekti Hiç usanmadan defalarca elimi yokluğuna uzattım, Senden ayrı kaldığım rüyadan uyanmak için... Bazen kapı aralığından sarkan gülüşünü yakalıyorum parmaklarımla Sonra dudaklarıma sürüp yokluğuna sığındığım gecelerden Üzerime hiçbir şey almadan çıkıyorum. Susmalarımsa hep bir beklenti içinde, Çünkü senin olmadığın yerde, her şey sessizliğe adanmış... Sana veda yüklü cümleler kurmak, Kendi idamını yazan bir şairin satır aralarında kendini öldürmesiydi, Zaten senden her gidişim, Boğazıma takılmış idam ipi değil miydi? Öyleyse, bu aşkın katili kimdi sevgili? Aşkın soğuk yüzünü, Yorgan niyetine üzerime örtmeyi seviyorum belki de, Yoksa sen özlediğimi sanacaksın... Ama ben sus konulmuş cümlelerin içinde, Sana yalan söylemem ki... Tenimin çatlak kaldırımlarında dolaşan hüznüme, Ne zaman git desem, Sen gelmeyeceksin, O yüzden kal demek daha merhametli olur... Kabuk tutmamış yaralar, Yeniden kanatılmaya severler, Sen ki; Tuz basmayı seçmiştin açılmamış yaralarıma... Belki nefes almayı becerebilseydim, Başka bir tende adını unutabilecektim.. Ama gidişin tüm nefesimi kursağım da bırakmıştı. İlk kez kentsel yolculukların arasında, Sana geldiğimi hissediyordum... Ve bir aşk üçlemesinin, Figüranı olmuştu sevişmelerimiz, Sonrasında doğmak üzere dudaklarımızda saklı kalan bir çocuk ismi... Üsküdür’dan koşar adım gidişlerim vardı, Peronların önünde sana gelmeyi bekleyen özlem yüklü vagonlara... Dişlerimin arasından düşmeye niyetli, Onca sözlerin arasında sana Hoşça kal dememek içindi, Belki de gözlerinin içinde suskun ağlayışlarım... Oysa sana gitme derken, içimden düşen her parça da Beni öldürdüğünü söylemek isterdim.. Alnıma yazılmış kaderim bu olmamalı... Şimdi aynı kentin kaldırımlarına, Kazınmış ayak izlerinin üzerinden geçiyorum Durmadan... Şimdi hangi cümlede seni sussam, Biliyorum hep ben kaybedeceğim.. O yüzden susmamayı seçiyorum senin için... Oysa düşlediğim bu değildi, Hatırla sol gözaltından öperken; ’Bilmediğim hiç bir kent olmayacaktı seni özlerken, Ve seni özlemek zaten hiç bir kent kadar üşütmeyecekti sensizliğimi...’, Diyebilmiştim sadece... Ya şimdi ellerinin sıcaklığında uyumaya niyetlenmiş göz kapaklarıma, Ne demeliyim... Sana yeniden günaydın diyebilmek için; Küçük bir aşk bırakmıştım burnunla dudağının arasında ki kıvrıma... Şimdi başka dudakların esaretinde uyanıyorsun, O masum uykundan... Uçurum renkli gözlerinden intihara niyetlenmiş bir yalnızım artık, Biliyorum ki, Küreksiz bir sandalla hiçbir aşk’a yetişemem... Sana geç kalan ömrümün kaderine yazılmış cümlelerdi bunlar... Son bir cümle kaldı dudaklarımın arasında; Kendini bende unuttuğunun farkında bile değilsin... Çünkü ben hala sendeyim... |
Bir çift göz deşiyor yarayı...
Her ölüm cinayet midir,
Sana soruyorum sevgili...
-dizeler muhteşemdi,
Sevgiler