ŞURAM DA BENİM
Her gece başıma yığılan efkâr
Sol yandan vuruyor şuramda benim Söyleyemem yalan edemem inkâr Hasret itirafım buramda benim. Aldığım her nefes seni zikreder Yari seven gönül daim şükreder Lütufu gören göz böyle fikreder Gömülmüş neşterin yaramda benim. O ummana davet etsen bir kere Girip gezinseydim o kutlu yere Vallahi ölmezdim göz göre göre Yokluğun tutuşur çıramda benim. Gönül hep umuyor umut yoksa da Avunmak zorunda dertler çoksa da Ağzımın hiç tadı tuzu yoksa da Dertlerin tekmili sıramda benim Göreni vallahi dize getirir Kirpiğe hapseder gözde yetirir Kurşuni bakışlar ömrü bitirir O üzüm gözlerin şıram da benim. Ne selam gönderdin ne bir hediye Ne denir bilmem ki bu efendiye Yine de severim seni yâr diye Kaderle bu hesap aram da benim. Her hayal pembeden siyaha kaçar Kaçıncı kalışım orta da naçar Şeb-i arüs mahrum gurûptan düçar Bahtımın ak rengi karam da benim. YASEMEN AKYÜREK 20 ŞUBAT 2012 |
Daireyiz , hem kudümüz , cismimiz neydir bizim ,
Aşkı sevdadır gıdamız , bağrımız meydir bizim ... buyurduğu gibi ...
Gözleri çok güzeldi ... Hani derler ya efendim , kudretten sürmeli ?.. İşte onun gibi ... Kimseyle konuşmazdı ... O şehirden olmadığı belliydi , çünkü çok narin ve nazenindi ... Ama nerden geldiğini , kim olduğunu , neden bu derde düştüğünü doğrusu pek bilen de yoktu ... Bir dilbere sevdalandığı hikâyesinin dışında ...
Nice bir rica minnetten sonra ; aslında onu daha yakından tanımak maksadıyla , karnını doyurduğu lokantada kendisiyle konuşan öğretmendi onu etrafa , şehire dillendiren ... '' Öyle kibar , öyle narin ve öyle efsunlu bir hitabetin sahibiydi ki ... Beni hıçkıra hıçkıra ağlattı . Edebiyat öğretmeni demeyeceğim bundan sonra kendime artık ... Derslerimde aşkı anlatmayacağım artık ... '' derken nemli gözlerini yere eğip , aralarında geçen karşılıklı hasbihali , kısaca şöyle özetliyordu ...
--- Size kaptan diyorlar... Neyin , nerenin kaptanıydınız efendim ?..
'--- Aşk deryasının kaptanıyım ben !..
--- İyi de hani , nerede gemiciğin ?..
--- Önce parçalandı , sonra battı . Denizin üstünde kalan kırık tahta parçalarını soruyorsan eğer , o da şu vücut ülkemdir ...
--- Ya deniz ?..
--- Onun ucu bucağı yok ki göresin ... Sadrımı ( göğsümü ) yarıp gösterecek halim de yok size ... Çünkü onu seyre dalacak ne göz , ne de gönül vardır sizde... O derya gönlümdür benim !..
--- Peki ya aşk ?..
--- Sevgilimin dudak kadehinden içtiğim şarabı mı soruyorsunuz hocam ?..
--- Evet kaptanım !.. Onu soruyorum ...
--- Dudağını kadeh edip içirdiği her yudum , gönül şehrimi ateşe verdi de , ne varsa hepsini yakıp yıktı ... Sonra da gemimi delik deşik ederek , parçalayıp batırdı ve beni öldürdü ... İkilik istemem ... Ya sen , ya ben dedi . O deryada kayboldum ... Benden eser kalmadı hiç geriye ... Hep kendi vardı ... O vardı , yani aşk ... Sonra ; toprakta kaybolup yeniden başak veren tohum misali filize geldim ... Lezzet oldum , bal oldum ... Ölümün adının dahi bilinmediği ölümsüzlük diyarında şah oldum , sultan oldum ...
Saki benim , kadeh benim , şarap ben !.. Aşka doydukça acıkmakta , acıktıkça doymaktayım dem be dem ... Feryat figan aradığım Leyla oldum . çöl bitti ... Her taraf yeşerdi gülistan oldu ... Gönül semamda , dört mevsimim de bahardır ... Her an ayrı bir tatta , ayrı bir lezzetteyim ...
Şimdi var git muallim efendi işine !.. Eğer biraz daha ileriye gidersem ; yedirdiklerini kusturmakla kalmaz , küfrüme hüküm verir de beni taşlatırsın sonra ... Ortalığı karıştırırsın ... Teşekkür ederim sana ... Teşekkürler olsun benden bana ...
İyi ki sayfanızı ziyaret etmişim efendim !.. Taktir makamı değilim haşa !.. Hele hele , cevher kadri kıymeti bilen sarraf hiç değilim . Ancak ; bendenize kutlu derdimi hatırlatan , uyuşuk ruhuma hamle yaptırarak , figana salan şey , asla bir çakıl taşı olamaz ... Fırsat buldukça diğer eserlerinizi de okuyarak , kuruyan gönül damağımızın lezzet bulacağına inanıyorum ...
Çok teşekkürler ediyor , en kalbi tebriklerimle birlikte , selam ve saygılarımı bırakıyorum sayfanıza ... Öyle hoştu ki ...