H-İ-Ç
Esaret ölümle biter
Soluksuz, Ecele inanmadan, İşportacı cesareti ile Bir şeyler anlatmakta Gün akşama kavuşmuş; Titrek bir it dışarıda Adı Berlin, ( has kangal köpeği ) Camda buğu, Bardakta rakı, Tabakta yoğurt, Birazda maydanoz dünden kalma Ve zihnimde postacı telaşı Ve gözlerimde açılmamış bir mektup Ve mezar başında ıslık Ve lotus kokusu Ve yağmasın kar Acelem var Yetişmeliyim gözlerine Tercüme edemediğim Kürtçe bir türküyü dinliyorum Bir kadın ağlıyor; Hindistan’da, tapınak önünde, Avuçlarının karası geceyi doğuruyor Ya da bir delikanlı; Demin vurulduydu; Afrika da, Eczaneden çaldığı ilaçlarla kaçarken Beklide onun son sözleri bu ezgide Anne, elbiselerim neden kan kokuyor? Offf anlaşılan bu gecede yetiştiremeyeceğim Gözlerimi, Gözlerine. İştahla, Aşk ile, Susarak, Mağlup, Ve bir o kadarda kahramanca. Bir şeyler anlatmakta, Sigara dumanına bezenen, duvar Şöyle dedi biraz önce; Adem günaha mahkumdur Ancak ve ancak kendi katili olanlar özgürleşir ... Dülsinya’yı sevmek ihanet değildir Don kişot’a Sussan; Gök azalır Mavisiz kalır simitçiler El ayak çekilir Zemheriye bulanır düşler Ateşime barut değer Leylaklar tutuşur, Tutuşur dilde söz Yürekte öz Kelimeler yarım kalır Ölüler kimliksiz Kar yağıyor Öfkeli Kıskanç Ve yorgun kaldırımlar Can suyu ile yeniden var oluyor Karşıda; Bir sokak lambası Yavaş yavaş yitiriyor heybetini Senin içinde içiyorum sokak lambası Az ilerde bir ağaç Kefenine bürünmüş Yanında toy bir fidan yasını tutmakta çınarın Senin içinde ey çınar! Kederleri benimle aynı olan Tüm kaderdaşlarım için Bir bardak daha dolduruyorum Anne, kelebekler kar yağarken neden uçmuyor? Sokakta kimseler kalamadı artık Kansız bir ölüm misali Acı ama korkunç değil Devriyelerde geçmiyor Sabahın eli kulağında Şimdi tam sırası Tarih ölülerindir Koca elleriyle; Toprağı tuttukları gibi Tarihide tutar ölüler Bruno onların avuç içindedir Bedrettin çürümüş parmaklar arasında Hala at sürmekte Gelecekse doğanlarındır İlk gözyaşlarınla Künyeye kazılır Sabrım kalmadı artık Şimdi tam sırası diyorum Hadi öldür beni Dülsinya’ya kavuşmalıyım Yaşamayı sevdiğimiz için değil ölmekten korktuğumuz için nefes alıyoruz Zihnimde postal sesleri; Anılar yine katlediyor bu günümü Güneş evlada mertebesinde Kesildi anlatıcıların çığlıkları Yavuklular köhnelere çekildi Esnaf kapattı kepenkleri Yine geceye eriştik Yine deccal belirdi Yine pes etmenin arifesinde umut Yine şeytan derki diye başlıyor cümlelerimiz Yine efkâr Yine yalnız Yine küfür doluyor dişlerimin arası Aşk meşkin Müjdecisi Yoksa kim kapılırdı Aşkın gizine Söylesene kim? Kim katmerli bir sancıya kucak açardı Anne, neden deli diyorlar bana? Artık umut kalmadı Aşksa patolojik bir durum Sadece delilerin sahiplendiği Meşk sırra kadem bastı Sırsa; Bihaber olunan malumat değil Bir taş altına gizlenmiş hiç değil Sır; Kendimizi gördüğümüz lahza Sır; Duymayıp, Görmeyip, Dokunmayıp, Tatmayıp, Koklamayıp Hissettiğimiz lahza Sırrı bozulmuş âdemin Kendimizi göremiyoruz aynalarda Hayatsa bok tadında Çekilmez bir vaka Sevdiğimizden değil yahu Ölmekten korktuğumuzdan Yaşıyoruz hala Gerçek “düş”ün piçidir Dik başlı Detone Çelimsiz bir çığlık Kulaklarımda ki baruta ateş oluyor Aşina olunmadık gürültüler duyuyorum Senin sesin kayboluyor Vakitsizce kulaklarımda patlayan bu çığlık Soluksuz, Ecele inanmadan, İşportacı cesareti ile İştahla, Susarak, Mağlup, Ve bir o kadarda kahramanca. Bir şeyler anlatmakta Sus diyor şiir! Sus be deli! As ruhunu artık Öldür kendini Rahim kanamada Kurduğun her düşten boktan bir gerçek doğuyor Akıtma içine yeter Sus! Ve git … Diyor… Anne, leylaklar neden gizli ağlarlar? Dışarıda Berlin İçeride ben Gökyüzünde ay Karşıda bir çınar Toprakta kefensiz ölü Düşümde sen Üşüyoruz… Üşüyoruz cümleten Yetim bir mektup gözüme batıyor Gözlerine varamamak ne kötü bir sancı Düş’ümde döllüyorum, Gerçeğime doğurmak için seni Berbat bir gürültü ile Düşük oluyor Kaybediyorum seni Duvarda saat Koltukta ben Masada bardak Kaybediyoruz… Yıldızlar erketeye yattı Güneş ha geldi ha gelecek Yine sabah olacak Ve ben yine öleceğim Murat aktaş |
Ben geçerken uğradım
Gözlerinde büyüyen sözlere...