O KENT
Ben o yıkılan kent’ten geliyorum
o son taşına kadar yıktığım lanetli kent’ten gözlerimde tekinsiz karanlıkların kurşun sesini yüreğimde nefret dolu bir akrebin ağusunu taşıyorum yıkık bir kervansarayın kuyusunda kendimi gördüğümde ben mi ağlıyordum yağmur mu yağıyordu bilmiyorum babam bir emirin kavminden kovduğu son biliciydi bana taşları ve suları okumasını o öğretmişti ve duvarlara kimsenin görmediği resimler çizmeyi bütün kenti beni biraz olsun sevdiğini düşünerek senin görünmez resimlerinle süslemiştim bir gün kente başka bir bilici geldi yusuf suretindeydi ve suyosunu rengiydi gözleri sana duvarlara çizdiğim resimlerinden vurulmuş ayak izlerimden giderek seni bulmuştu onunla gittiğine göre belli ki beni sevmemişsin bende sevdiğin, sana olan sevgimdi belki biliciyle giderken arkana baktın mı bilmiyorum ardında bıraktığın ben artık sevgisiz kahhar ve laindim işte o zaman bütün kenti ve resimlerini yok ettim şimdi tek taşı olmayan bir çölde dilsiz bir bedeviyim kumlara rüzgarın hemen sildiği leyla resimleri çiziyorum |