ŞEHİTLERİN EFENDİSİ HZ. HÜSEYİNŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Konunun zaman, mekan ve kisa dönemli etkileri gözönüne alindiginda Araplar’a özgü bir sorun olarak görünmekle birlikte, Sii-Sünni ayriligi ve bunun uzun dönemli etkileri nedeniyle Islami benimsemis bütün topluluklari ilgilendiren bir sorun oldugu söylenebilir. Islam tarihinin en ilginç bu dönemi süphesiz, Dört Halife sonrasinda Emevilerin iktidari elde edis ara dönemidir. Bu ara dönemin genelde yüzeysel olarak bilindigi ve degerlendirildigi kanisindayiz. Bu çalismada öncelikle bu dönemin bas aktörlerinden Muaviye ve oglu Yezid dönemleri ele alinmak suretiyle, hafizalarda kötü iz birakmis bu iki simanin icraatleri de sergilenecektir. Bu çalisma kaynakçada belirttigimiz çalismalardan yapilmis alintilara dayanmaktadir. Verilen bilgiler halkin anlayacagi dilde verilmeye özen gösterilmistir.
Zihnimi kurcalayan su sorulardir ki bu konulari ele alma istegimin kökenini olustururlar: Muaviye ve oglu Yezid neler yapmislardir da böyle kötü ün salmislar ve hatta lanetle anilir olmuslardir? Niçin , Islami benimsemis diger toplumlarda birçok kullanilan Arap kökenli ad varken Muaviye ve Yezid adlari kullanilmamaktadir, hatta bu sahislari övenler ve yakinlarinda dahi Muaviye ve Yezid adlari yoktur? Umariz kendi zihnimizdeki sorulara yanit ararken, okuyucuya da yararli bilgiler sunariz. Verdigimiz bilgileri daha çok uzmanlarindan alinti yaparak gerçeklestirecegiz. MUAVIYE KIMDIR? Tam adi Muaviye bin Ebi Süfyan’dir. 602 yilinda Mekke’de dogan Muaviye önceleri Hz. Muhammed’in karsisinda yer alan Abdü’s-Sems kabilesindendi. Hz. Muhammed’in Mekke’yi ele geçirmesinden sonra müslüman oldu. Ikinci Halife Ömer döneminde kardesi Yezid bin Ebu Süfyan’in ölmesi sonrasi Sam Valisi olarak sadece Sam ordugah ve vilayetini idareyle memur edilen Muaviye’nin gücü, Ömer’in ölümü sonrasinda iyice artti. Çünkü Muaviye’nin akrabasi olan Osman Üçüncü halife olmustu. Osman’in halifeligiyle Muaviye Sam’in yanisira Suriye’nin diger vilayetlerini de idaresi altina aldi. Böylece Muaviye , bütün Suriye ve çevresinin valisi olup, servet ve iktidarini günden güne arttirmaktaydi. Muaviye, Üçüncü halife Osman öldürüldügünde hem siyasi, hem de ekonomik açidan oldukça güçlü bir konuma gelmis bulunuyordu. Bu gücü nedeni iledir ki, müslümanlarin ittifak ile halifelige getirdigi Hz. Ali’nin mesru halifeligini tanimamis, Osman’in kanini talep iddiasini öne sürerek Hz. Ali ile savasa girmistir. Yine Muaviye, Osman’in intikamcisi rolüne sarilmakla kalmiyor; halife Osman’in katillerini teslime riza gösterdigi taktirde Hz. Ali’ye biat etmege razi oldugunu ilan ediyordu ki, bu apaçik siyasi bir manevraydi. Muaviye bu manevradan Siffin Savasi öncesindeki müzakerelerde oldukça yararlanmisti. Söyleki Osman’in katledilmesiyle Hz. Ali’nin herhangi bir ilgisi yoktu ve Osman’in katillerinin bulunamayacagi ortadaydi. Çünkü Osman’in bulundugu yeri sararak onu katleden kitle yüzlerle ifade ediliyordu Esasen Osman’in katledilmesinde bilinen birçok neden rol oynamistir. Öyleki, Hz. Peygamberin eslerinden Ayse bile Halife Osman’in aleyhinde bulunmaktaydi. Osman’in akrabalarina olan Emevi Ailesi mensuplarina sagladigi mevkiler ve parasal ayricaliklar da yogun tepkilere yol açmisti. Bu sekilde halife Osman muhtelif çevrelerde muhalifler yaratmis idi. Emevi sülalesi Islam’in dogusu ile kaybettikleri nüfuz ve iktidari yeniden ele geçirebilmek için akil almaz yollara basvurmuslardir. Özellikle Muaviye’nin ve Yezid’in davranislarini, bazi Sünni yazarlarin ileri sürdükleri gibi, “içtihad” farkiyla açiklamaya kesinlikle imkan yoktur. Muaviye “kisas” adiyla din kisvesine büründürdügü siyasi ihtirasini ne pahasina olursa olsun tatmin için ugrasmis, bu amaçla basvurulmadik yol birakilmamistir. Süphesiz Muaviye’nin bu cüretkâr hareketlerde bulunurken en büyük dayanagi 20 yillik Suriye Valiligi sirasinda sagladigi kazanimlardi. Muaviye’nin baslica eseri, siyasetine körü körüne itaat eden birliklerden olusan Suriye Ordusu oldu. Muaviye, ordunun rahatina ve donanimina çok dikkat ediyor, ücretlerini fazlasiyla ve o zamana kadar alisilmamis bir düzen ile ödemeye çalisiyordu. Muaviye kendi amaçlarinin önünde engel olarak gördügü, her kim olursa olsun, ortadan kaldirmakta tereddüt etmemekteydi. Muaviye’nin bu siyaseti icraatlerinde açikça görülmektedir. Muaviye, tüm bu sözü edilen önlemler disinda servetini de siyasal basarisi için seferber etmis durumdaydi. Karsitlarindan kiminin öldürülmesi yolu benimsenirken, kiminin de para ile satin alinmasi yoluna gidilebiliyordu. Tahsis ettigi maaslarin ve cömertce ihsanlarin altin zinciri ile en inatçi aleyhtarlarinin dizginlerini elinde tutmayi basarmis idi. Emevi halifeleri, Muaviye de dahil, kendi siyasetlerine düsman olanlarin ayni zamanda islama da karsi olduklarina kanaat getirmislerdi. Çesitli Islam Tarihi uzmanlarinca dile getirilen ve Muaviye’nin suçlanmasina yol açan davranislarini su sekilde siralamak mümkündür: 1. Muaviye, Sam disindaki bütün Islam eyaletlerinin mesru halifesi olan Hz. Ali’ye savas açmis ve esasta iktidari elde etme amacini Osman’in kanini talep iddiasiyla hasiralti etmeyi amaçlamis, dolayisiyla o zamana kadarki Islami teamüllere karsi çikarak hilafeti gaspetmistir. 2. Muaviye, siyasi amaçlari ugruna, vali ve hakimlere ferman göndermek suretiyle Hz. Ali’ye, Ebu Turap lakabiyla birlikte küfür ettirir, lanet okutturur, sövdürürdü. Ebu Turap, topragin babasi anlaminda olup, Hz. Muhammed tarafindan Hz. Ali’ye verilmis bir ad idi ve Hz. Ali de bu lakabi çok severdi. Muaviye ile baslayan bu adet diger Emevi hükümdarlari zamaninda da sürdü. Mescidi Nebevi’de, Peygamberin manevi huzurunda, onun minberinde en çok sevdigi zata karsi yakisik almayan küfürleri savurmak adet bile oldu. Hatta Muaviye, Medine’de Hz. Peygamber’in mescidinde de ashabin itirazlarina, Hz. Peygamber’in eslerinden Ümmü Seleme’nin bizzat mescide gelip Resulullah’in “Ali’ye söven bana, bana söven Allah’a sövmüs olur.” hadisiyle kendisine ihtarda bulunmasina ragmen bundan vazgeçmemisti. 3. Muaviye, diyet uygulamasinda sünnete aykiri davrandigi gibi, ganimet mallarinin dagitilmasinda da Allah’in Kitabi ve Resulü’nün sünnetinin açik hükümlerine aykiri davranmistir. Emevi soyunun idarecileri, Ömer b. Abdülaziz istisna edilecek olursa, Kur’an ve Sünnet’i dünyevi hirs ve menfaatler ugruna feda edebilmis ve tarihte “Islam” degil “Arap” devleti adiyla söhret kazanmislardir. 4. Muaviye, valilerini o zamanki yasalardan üstün sayiyordu. Valilerinden Ziyad b. Ebih ve Büsr Ibni Ertat’in yaptiklari katliamlar ve zulümler tarihçilerce oldukça yer verilen konulardandir. Muaviye ise bu zulümlere sessiz kaliyordu. Muaviye’nin Basra valiligine getirdigi Ziyad b. Ebih, Irak’ta haksiz yere binlerce insani öldürttü. Muaviye’nin komutanlarindan Büsr Ibni Ertat, Mekke, Medine ve Yemen’de zalimce icraatleriyle ortaliga dehset saçti. 5. Muaviye, amaçlarina engel olarak gördügü kisilerden kurtulmak için hiçbir hareketten çekinmezdi ve kanli emelleri ugruna pek çok degerli sahsin ölmesi onun idaresi dönemine rastlar. Mesela Ammar b. Yasir, Ester b. Malik, Muhammed Ibn-i Ebu Bekir ve Hucr b. Adî bunlardandir. Bu sahislarinin tümünün de ortak yani, Hz. Ali’nin tarafinda yer almis oluslariydi. 6. Muaviye, Hz. Hasan’la yaptigi anlasmayi hiçe sayarak, ölmeden önce oglu Yezid’e biat edilmesini istedi. Böyle bir durum, o zamana kadar Araplarin ve Müslümanlarin anlayisina uymadigi gibi, Yezid de serbest hareketlerinden dolayi fasik sayiliyordu ve böyle bir kimsenin halifelige adayligini kabul etmek mümkün degildi. Böylece, Muaviye, Yezid El-Humur diye adlandirilmis, kaynaklarda içki içen ilk halife olarak geçen oglu Yezid’i, kendisine halef tayin etmis oluyorduki bu durum hilafetin saltanata dönüstügünün açik bir göstergesiydi. Sonuç olarak Muaviye o zamana kadar ki Islami teamüllere aykiri birçok kötü hareketi mesrulastirmis, kendinden sonrakilere kötü örnek olmustur. G. Levi Della Vida’nin da dile getirdigi gibi, Muaviye’nin halifeligi, Islam’in devlet teskilati tarihinde yepyeni bir dönem açiyordu. Artik halife, sünnetin vücut bulundugu anlarda buna bizzat sahit olup da sünneti uygulayan veya devam ettiren kimse olmaktan çikiyor, Arap aleminin belli basli simasi, askeri kuvveti, aile iliski ve etkileri, kendi sahsi itibari sayesinde, kabile reisleri arasinda en basta geleni oluyordu. Artik halife, resmi ünvani bakimindan olmasa bile, fiilen bir “melik”, daha dogrusu Yunanlilarin “tiran” dedigi türden bir hükümdardi. Aslinda Muaviye, iktidari elde edebilmek için her yola basvurabilecegini açikça ifade ediyordu. Seyh Ekber Muaviye’nin bu durumunu yansitan su sözlerine yer veriyor: “Yükselmek ve büyük mevkilere erismek için gayret ve çabanizi arttiriniz ki muradiniza vasil olasiniz. Nitekim ben ehil olmadigim halde, himmet ve gayret göstererek muradima vasil oldum ve istedigimi elde ettim.” Muaviye bu sözleriyle kendisinden önceki dört halifeden oldukça farkli bir anlayisa sahip oldugunu sergilemekteydi. Iktidarinin mesrulugunu zorla ve savasla elde eden Muaviye daha önce de dile getirdigimiz gibi, fiilen bir melik, daha dogrusu Yunanlilarin “tiran” dedigi türden bir hükümdardi. Iktidari elde edis ve iktidarda kalis sürecinde meydana gelen olaylar, Muaviye’nin ve sonraki Emevi hükümdarlarinin islam halifeliginin gerektirdigi niteliklere sahip olmadiklarini ortaya koymaktadir. Kismen Halife Osman döneminde baslayan Emevi valilerin debdebeli yasam biçimleri, Muaviye’nin iktidari eldesiyle iyice belirginlesmisti. Saray adabi ve merasimlere asiri derecede önem verilmeye baslandi. Muaviye, Islam öncesi dönemdeki Araplarin teklifsiz ve serbest hal ve tavirlarini, hemen tamamiyla muhafaza etmisti. Yine T. W. Arnold’un dile getirdigi gibi, Emeviler devrinde, hükümdarlarin çogu imamlik görevine devam etmekle birlikte, hilafet görevlerinin dinsel yönlerine de fazla ilgi gösterilmemist; Zira Ömer b. Abdülaziz müstesna olmak üzere, bu hükümdarlar dinsel düsünce ve sorunlara pek önem vermemis görünmektedir. Iste sözü edilen tüm bu nedenlerden dolayi, Süheyli’nin de ifade ettigi gibi Muaviye halife degil emirdir. Muaviye’nin kötülüklerini daha önce belirtmis idik. Yezid’e geçmeden evvel ünlü Oryantalist H. Lammens’in kaleminden bunlarin bazilarini yineliyoruz: “Muaviye’nin dört suçu vardir ki, bunlardan birisi bile onu lekelemeye yeterdi: Milleti kiymetsiz insanlarin elinde birakmis idi (Yezid’e biat ettirmek suretiyle); Kendisine sormadan, milletin mukadderatini, idare hakkini, hem de birçok peygamber sahabesinin ve faziletli insanlarin yasadigi dönemde ve bunlarin zararina olarak gaspetmis idi; Ipeklilere bürünmüs ve çalgi çalmaktan hoslanan islah kabul etmez bir sarhosu kendisine halef tayin etmis, Ziyad’i kardes edinmis ve nihayet Hucr b. Adî’yi ölüme mahkum etmis idi.” Lammens, tarafsiz bir tarihçinin Muaviye’yi bu ithamlar karsisinda temize çikarmasinin oldukça zor oldugunu da ekliyor. Ayrica Emevi Idaresinin, Hz. Ali’den rivayet edilen pek çok seyin gizli kalmasinda büyük etkisi oldugu da muhtemeldir. Çünkü cami minberlerinden Hz. Ali’ye lanet ettirenlerin, Hz. Ali’nin ilminden bahsedip onun fetva ve sözlerini ve bilhassa hükümet teskilatiyla ilgili görüslerini nakletmek hususunda ilim adamlarina serbesti tanimalari da makul degildir. Muaviye’nin iktidara gelis ve iktidarda kalis biçimine iliskin icraatlerine degindikten sonra Yezid konusuna geçebiliriz. Yezid hilafetin haksiz varisi, Hz. Hüseyin’in öldürülmesinin ve mukaddes sehirlere saldirilmasinin suçlusu olarak müslümanlarin hafizasinda çok kötü bir isim birakmistir. N. Kemal’in Büyük Islam Tarihi adli eserinde verdigi bilgilere göre: “Muaviye her yönden dört halife devrinin sadelik, dürüstlük, esitlik, adalet, kanaat kapilarini kapamis, Suriye’ye sinen Bizans ve Iran saray politikasi ile ihtisaminin esiri olmustu. YEZID KIMDIR? Esasinda Halife esitler arasinda birinci olmak ve ileri gelen kisilerden olusan suranin ögütlerine göre hareket etmek üzere kendisine esit düzeydeki kisilerce seçiliyordu. Ne varki, Muaviye henüz sagken, çevresindekilere kendisinden sonra oglu Yezid’e biat etmelerini sagladi. Böylece seçim(biat) gelenegini br yana itti ve o zamana degin Araplara yabanci bir kavram olan babadan ogula geçen bir saltanat uygulamasini baslatti. Bu sekilde, Halife’nin seçimi ve liyakati gibi unsurlar geri plana itilmis oluyor ve bu müessese bir tür saltanat kurumu haline dönüstürülüyordu ki, bu durumun sakincalari Emevi soyu idarecileri ele alindiginda açikça görülmektedir. Bilindigi üzere Hz. Ali 24 Ocak 661’de öldü ve daha önce Hz. Ali’nin halifeligini tanimis -Sam ve Misir disinda- bütün eyaletler Hz. Hasan’a biat ettiler. Muaviye bunu haber alinca 60 bin kisilik bir ordu ile Irak’a yürüdü. Hz. Hasan da 40 bin kisilik bir ordu ile yola çikti. Ancak Hz. Hasan karsi tarafin askeri gücünden ve yandaslari arasindaki ayriliklardan çekinerek, savasi göze alamadi ve yapilan bir anlasma sonucunda halifelikten çekildi. Anlasmaya göre, Hz. Ali yandaslarina eziyet edilmemesi, Camilerde Hz. Ali’nin kötülenmemesi, Halifeligin Muaviye’den sonra Hz. Hasan’a devri, Hz. Ali soyundan gelenlere maddi katkida bulunulmasi, gibi konular hükme baglaniyordu. Ancak sonralari askeri ve siyasi gücünü iyice saglamlastiran Muaviye “Hasan’la olan ahdim ayagimin altindadir.” demek suretiyle, anlasma hükümlerini bir bir çignemistir. Muaviye’nin Yezid’i yerine getirmesi, bazi sözde tarih erbabini gerçekten zor durumda birakmis, bu durumu açiklarken çok dolambaçli yollar benimsemeye itmistir. Hiç süpheniz olmasin bu yalancilar, eger Muaviye Yezid’i atamamis olsaydi söyle diyeceklerdi: “Eger Muaviye yasasaydi, Yezid’i halef tayin etmezdi. Yezid o ölünce zorla iktidara geldi. Sünni tarihçilerden es-Suyutî’nin(Öl. 1505) de belirttigi gibi “Hilafetin, Muaviye’nin ölümü halinde, Hasan’a iade edilmesi” maddesi, el-Imame ve’s Siyase’de de bulunmaktadir. Ayrica Ibni Haceri’l-Heytemi, bu maddeyi “Muaviye kendisinden sonra kimseyi yerine tayin etmeyecek; aksine bu is (hilafet), ondan sonra müslümanlarin surasi ile tespit olunacaktir.” seklinde nakleder. Ancak sonuçta Muaviye daha sagliginda oglu Yezid’i yerine geçirmis ve Hz. Hasan’la yaptigi anlasmanin bir kandirmacadan ibaret oldugu apaçik ortaya çikmistir. Bunun üzerine dogaldir ki,önce Hz. Hasan’in ortadan kaldirilmasi gerekiyordu ve Muaviye’de öyle yapti. Muaviye, Mervan b. Hakem’i Medine’ye bu is için yolladi. Mervan çesitli hilelerle Hz. Hasan’in esi Ca’de binti Es’as’in, Hz. Hasan’i zehirlemesini sagladi ve böylece Muaviye oldukça rahatladi. Böylece Muaviye, oglu Yezid’i kendinden sonra Emevi hükümdari yapma seklindeki düsüncesini yürürlüge koydu. Böyle bir durum, o zamana kadar Araplarin ve müslümanlarin anlayislarina uygun olmadigi gibi, Yezid de serbest hareketlerinden dolayi fasik sayiliyordu ve böyle bir kimsenin halifelige adayligini kabul etmek mümkün degildi. Yezid’in veliahtligi bir hayli tepki görmesine karsin, Muaviye çesitli girisimlerle Yezid’e biat sagliyordu. Hatta Muaviye’nin kendisi bu amaçla kalkip Mekka’ye ve Medine’ye geldi ve buralarin halklarina, Yezid’in veliahtligini öteki bütün eyalet ve sehirler de kabul etmis gibi göstererek ve tehdit ederek onlarin da biatini sagladi. Sadece Hz. Hüseyin, Ibn-i Zübeyr ve Ibn-i Ömer biat etmediler. Muaviye 18 Nisan 680’de Sam’da ölünce Yezid daha önce kendisine veliaht olarak biat edildiginden babasinin yerine saltanat tahtina geçti. Onun için önemli bir sorun olarak Hz. Hüseyin, Ibn-i Zübeyr ve Ibn-i Ömer’in biatleri meselesi vardi.Yezid, Medine Valisi olan amcasi oglu Velid’e bu üç kisinin biatlerinin bir an önce saglanmasini isteyen bir mektup yazdi. Mektubunda özellikle Hz. Hüseyin’in biatinin saglanmasini istiyor, “biate yanasmazsa basini kestir bana gönder” diyordu. Bütün Hicaz, zor karsisinda sinmisti ama bu makamin (halifeligin) ilim, ahlak ve fazilet bakimindan gerçek sahibinin Hz. Hüseyin oldugunu çok iyi biliyordu. Birçoklari da Hz. Hüseyin’i, müslümanlari bu makamin layiki olmayan bu adamdan kendilerini kurtarmaya çagiriyordu. Hz. Hüseyin de Islam aleminin yasadigi bu izdirapli dönemi yakindan izlemekteydi. Çünkü kendinde, babasi Hz. Ali, dedesi Hz. Muhammed’in bütün vasiflarini toplamis gibiydi. Fakat karsisinda para, servet, söhret ve hileye dayanmis Emeviler gibi bir düsman vardi. HZ. HÜSEYIN’IN KATILI YEZID Kendisine saltanati devreden babasi Muaviye ölürken bile basucunda bulunma geregi duymayan, avlanmakla gönül egleyen Yezid, gününü gecesini çalgi dinlemekle, köçek çengi oynatmakla, içip kendinden geçmekle sürdürmeyi adet etmis bir kisiydi. Özellikle maymunlara ve köpeklere çok düskündü. Ebu Kubays adini verdigi bir maymunu vardi ki, ona alaca bulaca renkli ipek elbise giydirir, basina ipekten örülmüs bir külah koyar, disi bir merkebe bindirir ve atlarla yarisa sokardi. Kendisiyle sarap içenlere, “Kalkin ey topluluk, dinleyin sarki söyleyenlerin seslerini; anlamlarla ugrasmayi, bilgilerle oyalanmayi bir yana atin da boyuna sarap içmeye bakin. Çalgi sesi, Ezan sesinden alikoymada beni; küplerin içindeki yillanmis sarabi hurilerle degistim ben.” Sibt Ibn’il-Cevzi’ye göre Yezid üç seyi çok severdi: Kadin, siir ve müzik. N. Kemal de su olayi nakleder: “Kadinlara karsi son derece düskündü. Güzel bir kadin oldugunu duydugu Irak’in ileri gelenlerinden birinin karisi ile evlenebilmek için Muaviye’yi bir hayli sikistirmis, çesitli hile ve düzenbazliklara itmisti.” Iste böyle bir kisi, müslümanlarin basina geçmis, Islam’in temsilcisi sözde halifesi olmus ve Müminlerin Emiri diye anilmaya baslanmisti. Bu duruma oldukça üzülen Hz. Hüseyin, Medine’de kendisine Yezid’e biat etmesini ögütleyen Mervan’a su yaniti veriyordu: “Basimiz sagolsun; çünkü ümmet, Yezid gibi birinin hükmü altina girmekle büyük bir belaya ugradi.” HZ. HÜSEYIN VE KERBELA OLAYI Hz. Hüseyin Peygamberin torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatima’nin ikinci çocugu idi. O zamana kadar Araplar arasinda pek rastlanmayan bu adi ona Hz. Muhammed vermis idi. Bazi kaynaklarda Hüseyin dogdugu zaman Hz. Muhammed’in kulagina “ O cennet çocuklarinin efendisi (Seyyid)dir.” diye seslendigi yazilidir. Peygamber Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i çok severdi. “Bunlar benim ogullarimdir, kizimin ogullaridir; Allahim ben onlari seviyorum, sen de onlari sevenleri sev.” dedigi birçok kaynakta yazilidir. Imam Hüseyin’in çocuklugu Peygamberin derin sevgi ve sefkati içinde geçti. Ancak bu durum kisa sürdü. Daha 5 yasindayken dedesini yani Hz. Muhammed’i; ve kisa bir süre sonra da annesi Hz. Fatima’yi kaybetti. Bu durumun onu oldukça etkiledigi muhakkaktir. Daha çocukken birgün Ikinci halife Ömer minberde hutbe okurken Hz. Hüseyin’in Ömer’in yanina giderek “Babamin minberinden in ve babanin minberine git.” diye çikistigi da kaynaklarda yazilidir. Üçüncü halife Osman’a karsi gerçeklesen isyanda Hz. Ali onu ve abisi Hz. Hasan’i halifenin evine göndererek eve kimseyi sokmamalarini emretti (656). Isyancilar buradan içeri giremediler, ancak baska bir evden geçerek Osman’i öldürmeyi basardilar. Bunun üzerine Hz. Ali ogullarini sert bir sekilde azarladi. Hz. Hüseyin babasinin halife olmasiyla birlikte Kûfe’ye gitti ve onunla bütün seferlere katildi. Hz. Ali’nin sehadeti sonrasinda abisi Hz. Hasan’a itaat etmeyi yegledi. Çünkü babasi ölürken ona abisine uymasini vasiyet etmisti. Ancak abisinin Muaviye’nin hileleriyle zehirletilerek sehid edilmesinden sonra yasanan gelismeler onun o zaman kadarki durumunu degistirdi. Yezid’e biat etmemekteki kararliligi onun bu yolda sonuna kadar gidecegini gösteriyordu. Daha önce de söz ettigimiz gibi, Muaviye ölmeden önce çesitli hile ve tehditlerle halki oglu Yezid’e biat ettirmis; Hz. Hüseyin ve bazi ileri gelenler biat etmemislerdi. Yezid ilk is olarak babasinin yarim biraktigi bu isi tamamlamak üzere, Velid’e yolladigi mektupta “her ne suretle olursa olsun Hz. Hüseyin, Ibn-i Zübeyr ve Ibn-i Ömer’in biatlerinin saglanmasini, eger bu mümkün olmazsa, boyunlarinin vurulup, baslarinin kendisine gönderilmesini” istiyordu. Iktidar hirsinin istahlarini kabarttigi Emeviler’in yapamayacaklari is yoktu. Babasi Muaviye’nin izinden giden Yezid, gerekirse Peygamberin sevgili torununun dahi basini kesmeye, Ehli Beyt’e zulüm etmeye kararliydi. Dogal olarak Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmedi ve Velid’in çabalari sonuç vermedi. 4 Mayis 680 gecesi kardesi Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle birlikte Mekke’ye gitti. Ayrica bu sirada Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gittigini ögrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ederek kendisini halife olarak tanimaya hazir olduklarini bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de amca oglu Müslim b. Akiyl’i oradaki durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin saglamak üzere Kûfe’ye gönderdi. Önceleri Müslim Kûfe’deki çalismalarinda basarili oldu ve Hz. Hüseyin de bunun üzerine Mekke’den Kûfe’ye dogru yola çikti.. Hz. Hüseyin kendisini Kûfe’ye gitmekten alikoymaya yönelik girisimlere “Rüyasinda dedesi Hz. Muhammed’i gördügünü ve basladigi is ister lehine ister aleyhine olsun, dönmeyecegini” söylüyordu. Bu arada Müslim’in faaliyetleri Yezid tarafindan haber alininca, Kûfe Valiligine zalim Ubeydullah getirildi ve Müslim yakalanarak idam edildi. Ubeydullah’in Kûfe valiligine atanmasi süphesiz anlamliydi. Çünkü o Muaviye’nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih’in ogluydu. Zalimlikte babasindan asagi degildi. Ubeydullah’in Kûfe Valiligine atanmasiyla Hz. Hüseyin’i davet eden onbinler korku ve tehditle sindirildi. Hz. Hüseyin, Mekke’den Kûfe’ye dogru yola çiktiginda amca oglu Müslim Yezid’in adamlarinca öldürülmüstü. Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Sair Ferezdak ile karsilasildi. Hz. Hüseyin ondan Kûfe’deki durumu sorunca, Ferezdak, “Halkin kalbi seninle, kiliçlari ise Beni Ümeyye(Emeviler) iledir; kaza ise gökten iner ve Allah diledigini isler.” dedi. Hz. Hüseyin de “Dogru söyledin , Allahin dedigi olur.” dedi ve yola devam edildi. Hz. Hüseyin Müslim’in Yezid’in adamlarinca acimasizca öldürüldügünü yolda ögrendiginde oldukça üzüldü. Kûfelilerin kallesligi ve dönekligi ortada oldugu, Müslim’e oynanan oyun herseyi gösterdigi halde, hatta kendisi için baskoyduklarini söyleyenler dagilip kaçtigi halde o, Mekke’den yola çikan ailesi ve fedakar dostlariyla , yola devam etmekten çekinmedi. Hatta ordunun geldigini haber alinca yanindakilere zaman varken kendisinden gece ayrilabileceklerini ifade ettiyse de, yaninda bulunanlar “hayatlarini kurtarmak için onu terketmek alçakligini yapmayacaklarini ifade ettiler. Hz. Hüseyin ya basariya ulasacak, müslümanlari esitlik, kardeslik ve adalet ülküleri içinde yasatacak, Yezid’in saltanatina son verecek yada bu yolda boyun egmeden sehid olacakti. Iste Hz. Hüseyin, bu asil duygularin esiri olarak adim adim Kerbela’ya, her neye malolursa olsun gidecekti. Burada anhatlariyla ele alacagimiz bu olay, sadece islam tarihinin degil insanlik tarihinin de en kara ve acikli sayfalarini olusturur. Peygamberin cennetin efendileri olduklarini söyledigi iki sevgili torunundan Hz. Hüseyin’in acimasizca sehid edildigi bu olayi Emevi yandasi zavallilarin açiklarken nasil kiliktan kiliga büründüklerini ibret ve hayretle görüyoruz. Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz birakilmis, hem de binlerce kisilik ordu tarafindan sarilmis durumdaydilar. Insanlik degerlerinden yoksun Kûfe Valisi zalim Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüsmek veya Islam sinirlarindan herhangi birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek yani Hz. Hüseyin’i sehid etmekti. Çünkü biliyordu ki, Hz. Hüseyin yasadigi sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu. Simdi sözde müslümanlardan olusan koskoca bir ordu, kendi dinini kuran Hz. Muhammed’in her yönden üstün yaratilis ve niteligine sahip torununa ve ve onun ailesine saldiriyor, öldürmeye çabaliyordu. Karsilarindaki bir avuç insan ise günlerdir susuzdu,.hararetten insanlarin dudaklari çatlamis, dilleri kurumus, bagirlari yanmisti. Fakat karsilarindaki parali askerlerde insaf yoktu, acima bilmiyorlardi, kana susamislardi, san ve söhretin esiriydiler. Meger insanoglu, servet, söhret ve makam için sirasinda ne kadar küçülüp, alçalabiliyordu. Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazirliklarini yapti ve Yezid’in ordusuna yaklasarak onlara hitab etmek istedi. Ancak bu çok veciz konusma gözleri dönmüs azginlardan olusan bu orduyu pek etkilemedi. Hz. Hüseyin’in bu sözlerinin edebi bakimdan da ayri bir degeri vardir. Allah’a hamd ve sena, Hz. Muhammed’e, meleklere ve nebilere salattan sonra söyle diyordu: “Peygamberimizin kizinin oglu, vasisinin oglu, amcasinin oglu ben degil miyim? Sehidlerin efendisi Hamza babamin amcasi degil midir; sehit Cafer Tayyar amcam degil midir? Tanri elçisinin benim için ve kardesim için, cennet halki çocuklarinin seyyidleridir ve sünnet ehlinin gözbebekleridir, sürurlaridir, dedigini duymadiniz mi?” “Imdi benim soyumu arastiriniz ve benim kim oldugumu görünüz. Sonra kendi vicdanlariniza egiliniz, onlari ayiplayiniz ve beni öldürmenin haram ve yasaklanmis olan kanimi dökmenin sizin için helal olup olmadigini düsününüz.!…” Bu konusma bir baska kaynakta ise söyle nakledilir: “ Hz. Hüseyin atini sürerek iki ordu arasinda bir yerde durdu ve Yezid’in ordusuna hitaben: “Ey Kûfe halki benim kim oldugumu ve sonra da vicdaninizin sesini dinleyiniz. Ben Peygamberin torunu degil miyim? Benim katlim size helal olur mu? Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz. O, bizler için -Siz ehlibeytin seyyitlerisiniz- diye buyurmustu. Bunu bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamberin kizinin oglu, vasisi ve amcazadesi olan zatin oglu degil miyim? Sayet bu hadisi unuttu iseniz, içinizde bunu size hatirlatacak kimseler vardir. Benden ne istiyorsunuz? Medine’de Resulullahin ravzai mübarekesinin yaninda kendi halimde yasarken beni orada birakmadiniz. Mekke’de itikafa çekilmeme müsade etmediniz. Davetnameler göndererek, ricalar ederek, yalvararak beni buraya kadar çagirdiniz. Ben sizin bu davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Simdi beni öldürmek istiyorsunuz. Bu akibete müstehak olabilmek için ben sizlere ne yaptim? Içinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malini mi gasbettim? Eger beni istemiyorsaniz birakiniz gideyim. Bu ne gaddarlik ve bu ne hilekarliktir….” Hz. Hüseyin’in bu hitabi sonrasindaki gelismeleri Fuzuli söyle nakleder: “Cemaat bir agizdan yaptiklarini inkara kalkistilar. Hazreti Imam, mektuplari onlarin önüne koyup böylece inkara mecal birakmadiktan sonra mektuplari ateste yaktirdi. O zaman Ömer b. Sa’d gelip: - Ey Hüseyin! Dedi, bu hikayelerden bir sonuç çikmaz. Ya Yezid’e biat edersin yahut da ölümü göze alirsin.!… Bu sözleri söyledikten sonra eline bir ok alip: - Ey Kûfe halki, sahit olun ve Ubeydullah b. Ziyad huzurunda da sahitlik edin ki, Hz. Hüseyin’le savasa tutusan ilk defa ben oldum. Bunlari söyleyerek o oku Hz. Hüseyin’e dogru firlatti. Hz. Hüseyin sakalini eline alarak: - Ey kavim Allahin gazabi yahudilere “Aziz Allahin ogludur!” dedikleri zaman son siddetini bulmustu. Ve yine Tanri’nin kahri, Hiristiyan kavmine “Mesih, Allahin ogludur” dedikleri zaman, indi. Allahin gazabi bugün de size Al-i Resule (Ehli Beyt’e) kasdettiginiz için erismektedir. Bedeninizdeki her kil, demirine su verilmis bir hançer olsa “Allah sabirlilari sever…” emrinden disari çikmam. Ve her biriniz ayri ayri bana kasdetmek için kin tutan askerlerden olsaniz, “Allah sabirlilari sever!” buyrugunu birakmam. Rivayet ederler ki, Yezid’in askerleri Ibni Sa’d’in gayretini gördügünde ona uyup Hz. Hüseyin’i öyle bir ok yagmuruna tuttular ki atilan oklardan günes görünmez oldu. Hz. Hüseyin bu hücum karsisinda süvarilerine dönüp yanindakilere sunlari söyledi: - Ey vefakâr arkadaslar ve benim için canlarini ortaya koyan insanlar! Kavgaya kendinizi hazirlayin ki, kanlarin dökülecegi zamandir. ” Çok dengesiz bir sekilde baslayan savasta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden olusan askerleri ögle üzeri oldugunda iyice azalmis durumdaydi. Hz. Hüseyin de bu az sayida susuz ve bitkin insanla yaya olarak savasiyordu. Sonunda Simr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin sehid edildi. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in vücudunda otuzüç ok, otuz dört kiliç ve kargi yarasi vardi (10 Muharrem 61-10 Ekim 680). Hz. Hüseyin’in sehadetini Kastamonulu Sazi eserinde söyle dile getiriyor: Yüzü üstüne birakti Seyidi Kesti basini hemandem o lain Kani yere çün döküldü ol zaman Zelzele düstü yere-ü darügir Gulgula kildi melayik agladi Yer gök oldu karagû ol zaman Çaldi piçagi isit kim neyledi Hem sehit oldu Hüseyn-ü pâk din Düstü kavga aleme oldu figan Göge degin çikti feryad-ü nefir Ay günes nurunu ol dem bagladi Yaradilmis cümlesi kildi figan Bir baska Maktel yazari Kâzim Pasa’nin ise ünlü beyiti söyledir: Düstü Hüseyn atindan Sahrayi Kerbelâ’ya Cibril var haber ver Sultani Enbiyaya Hz. Hüseyin’in sehadeti ardindan kadinlar feryada basladilar. Aczî’nin ifadesiyle: Bir taraftan ahü feryadü figan-i Ehli Beyt Bir taraftan nara vü cus ü hurus-i eskiya Sonra çadirlar ve kadinlar yagma edildi, hasta ve yatakta olan Imam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi. Bu kanli savasin bitiminde Imam Zeynel Abidin yatak ve yorganlara sarilarak saklanmisti. Hz. Hüseyin’in sehid edilmesi sonrasinda çadira kosan Simr “Hüseyin’in bir oglu daha olacak o nerede?” diye aramaya basladi. Çadirin her tarafini arayip çocugu buldu. Fakat bu esnada çadirda bulunan kadinlar Simr’e hücum ederek Zeynel Abidin’i bu caninin elinden kurtardilar. Bu çirkin savasin en küçük kurbani ise daha alti aylik bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oglu Ali Asgar’di. Hz. Hüseyin’in yanindakilerden sehid olanlar yetmis iki kisi idi. Yezid ordusunun komutani, bu sehitlerin baslarini Vali Ubeydullah’a gönderdi. Hz. Hüseyin’in kizlari, kizkardesleri ve çocuklar da Kûfe’ye Ubeydullah’in huzuruna getirildiler. Ubeydullah’in Peygamberin soyuna karsi davranisi çok çirkin ve kaba idi; kendilerine hakaretler ve tehditler savurdu, hatta Imam Zeynel Abidin’i öldürmek dahi istedi. Ubeydullah bundan sonra Imam Zeynel Abidin’in ellerini baglatip, Kerbela’da öldürülenlerin kesilmis baslarini, çoluk çocugu Sam’a Halife Yezid’in yanina yolladi. Sam’a vardiklarinda onlari götüren Züheyr, Halife Yezid’in yanina girip basariyi(!) müjdelemis ve Kerbela savasinin ayrintilarini anlatmisti. Hz. Hüseyin’in ailesini getiren kafile Yezid’in sarayina getirilmisti. Kisa süre sonra ehlibeyt kadinlarini Yezid’in huzuruna çikardilar. Kadinlar Imam Hüseyin’in kesik basini Yezid’in önünde görünce feryad ve figan etmeye basladilar. Kadinlarla birlikte zincirli bir sekilde Imam Zeynel Abidin de Yezid’in huzuruna getirilmisti. Manzaranin dehsetinden Yezid’in yaninda bulunanlar bile dehsete kapilmislar ve bunu açikça belirtmislerdi. Yezid Hz. Hüseyin’i ortadan kaldirdiktan sonra artik rahatlamis sayilirdi. Simdi Ehli beyte yalandan da olsa saygili davranabilirdi. Derhal Zeynel Abidin’in zincirlerini çözdürdü. Yezid’in kadinlari da Ehli beyt kadinlarini teselli etmeye çalisiyorlardi. Artik Yezid yaptigi kötülükleri ve cinayetleri unutturabilmek için Ehli Beyt’e iyi davraniyor, sarayda onlarla konusuyor, her isteklerinin yerine getirilecegini belirtiyordu. Daha sonra Numan bin Besir komutasindaki bir muhafiz kitasi esliginde onlari Medine’ye kadar götürdü. Yezid, Zeynel Abidin’i ugurlarken su yalani bile uydurabiliyordu: “Allah, Ibni Mercame’ye lanet eylesin. Vallahi ben olsaydim babanin her istegini yerine getirirdim. Lakin kaderi Ilahi böyleymis ne yapalim!…” Ne Allah’tan korkulari vardi, ne de Peygamberden çekinmeleri vardi, ne de utanma biliyorlardi. Su da muhakkak ki, yeryüzünde Yezid gibi ahlak yönünden düsük insana az rastlanabilir. Onun bu isleri yapan eli Ubeydullah ise kötülük ve ahlaksizlikta, zalimlikte efendisi ile yaris halindeydi. Sunu da bilmek lazimdir ki, Kerbela’da hak yolunda kendisinin yüz kati bir orduya karsi duran Hz. Hüseyin’in bu kahramanligina da rastlamak imkânsizdir. Sonuç olarak Kerbela Olayi yüzyillara damgasini vurmus hüzünlü bir destandir. Öyle ki yabanci arastirmaci Gibbon “Yillar sonra bile insanlar nerede olurlarsa olsunlar Hüseyin’in bu trajik ölümü en sogukkanli okuyucuyu bile üzecektir…” demektedir. Imam Hüseyin’in ve yanindakilerin Kerbela’da böyle feci sekilde katledilmeleri ve Peygamber sülalesinin akla gelmedik sekilde ihanete cüretleri halki o kadar etkiledi ki, adeta Emevi saltanati kökünden sarsildi. Olay Iran ve Hicaz’’a duyulunca halkta Emevilere karsi büyük bir kin ve ayaklanma istekleri basladi. Bu durum karsisinda da Yezid’in parali kullari büsbütün kudurdu. Zulüm yolunda hiç çekinmez oldular. KUTSAL SEHIRLERI YIKAN YEZID Medine halki fasik ve günahkar olarak gördügü Yezid ve iktidarina karsi ayaklanarak, valiyi sehir disina atmis yerine Abdullah’i valilige getirmislerdi. Yezid bu durumu haber alinca Akabe oglu Müslim adli zalimi onikibin askerle hemen Medine’ye gönderdi ve su talimati verdi: “Sehir halkina üç gün süre ver. Isyandan vazgeçmezlerse, onlarla savas. Zafer kazanildiktan sonra da bütün sehri yagma et.” Islam’in bu kutsal sehrinde sözde halife Yezid’in arzulari dogrultusunda Imam Zuhri’nin bildirdigine göre on binden fazla insan öldürüldü. Evlere saldiran askerler, ellerine geçirdikleri mallari almakla yetinmediler, masum bini askin kadina da tecavüz etmekten de kaçinmadilar. Tarihçi H. M. Balyuzi bunu su sekilde anlatiyor: “…Medine düstügü zaman Hz. Muhammed’in geride kalan dostlarindan seksen kisi ve yediyüz hafiz öldü. Peygamberin sehri yagmacilara teslim edildi; yapilan barbarlik ve tecavüz inanilir gibi degildi. Peygamberin mescidi dahi kurtarilamadi. Etrafi ahir alani oldu. Medine sinirlari içinde daha pek çok insan kiliçtan geçirildi, kalani da sehri terketti. Ölümden yakasini kurtaranlar Yezide yalniz halife oldugu için degil ayni zamanda onlarin efendisi ve amiri olarak itaat etmek zorunda birakildilar. Karsi çikanlar ise kizgin demirle daglanirlardi….” Oysa ki Hz. Muhammed, “Medine halkini, zulmetmek suretiyle korkutanlar, Allah’i korkutmus gibidir. Allah’in, meleklerin ve bütün halkin laneti onlarin üzerinedir.” demisti. Ibn-i Kesir’in yazdigina göre, alimlerin büyük bölümü bu hadise istinaden “Yezid’e lanet etmeyi” uygun görmüslerdir. 26 Agustos 683’te gerçeklesen bu Medine’ye Yezid’in saldirmasi olayi, Hurre Savasi olarak bilinir. Medine’yi kanli bir sekilde susturan Yezid Ordusu daha sonra Mekke’ye yöneldi. Tepeler üzerine yerlestirilen manciniklarla sehir tas yagmuruna tutuldu. Kusatma iki ay kadar sürdü ve Kâbe’ye de mancinikla tas atildigi gibi, sehirde yer yer yanginlar çikti. Bu kusatma Yezid’’n öldügü haberinin Mekke’ye ulasmasina kadar sürdü. Böylece Yezid, Kâbe’ye saldirma serefini (!) de elde etmis oldu. Yezid 11 Kasim 683’te kötü bir nam birakarak öldü. Kendisi hükümdarligini , devlet isleri ve adaletli bir idareden çok, saraba, müzige, eglenceye ve kendisine rakip olarak gördügü insanlari, Peygamberin ailesi de olsa, katletmeye hasretmisti.
Muaviye’ye baba, Yezid’e büyük baba
Konumuz Ebû Süfyan, kafir başı bir baba İslamiyet’le tam zıt, büyük zarar verdiler Her üçü Yezit soyu; torun, oğul ve baba. Kâfirlerin başıydı, hak hukuka karşıydı Ebû Süfyan kâfirdi, peygambere karşıydı Peygamber (SAV) hüküm verdi: “Her kim görürse vursun!” Çünkü; Allah yolunda, tüm İslam’a karşıydı. En büyük düşman oldu, düşmandı Hüseyin’e Şehitler Efendisi, Hazreti Hüseyin’e Yezid’e kin nefreti, Muaviye öğretti Bir sor nasıl kıydılar; Can Hasan-Hüseyin’e. Ya Allah duy bizleri, kul dövmeden dizleri “Peygamber Soyu” kimde? Kimde ilmin izleri? On’da bir insanlıksa, on’da dokuz Ali’dir Mutlak hal böyle iken, kim kandırdı sizleri. “Son Peygamberimiz (SAV) Hz. Muhammed’in İki Emaneti Olan ve Kesinlikle Korunmasını İstediği Ehl-i Kitap Kur’an-ı Kerim ile Ehl-i Beyt’te Karşı, Yezid ve Yezid Düşüncesini Tercih Edip Pervasızca Savunanlar, Müslüman Kılığına Girmiş En Azılı Kafirlerdir..!” |
Tebrikler.
selam ve sevgilerle...