BİR AYRILIK HİKAYESİ
Önce,
Kırlangıçlar terketti, bu şehri, Sonra sen. Hem telgrafın telleri öksüz kaldı, Hem de ben. Bir an yağıp da sonra aniden dinen, Kararsız Nisan yağmurları ağladı önce, Sonra ben. İçi yenmiş ayçiçeği kabuğu gibi, Savurup attın beni yaşamından. Masmavi bir sonsuzlukta, Özgür bir martı gibi yaşamak varken, Bu kentin meydanında, Bu kentin insanlarından bir avuç yem bekleyen, Meneviş boyunlu duman renkli güvercinlere döndürdün beni. Tiyatro sahnesinden dökülen replikler gibi, Kaybolup gitti gecelerimden, O akşamcı yıldızlar. Hem de bir başına bırakıp o Çoban yıldızını. Nasıl da oturmuş yüreğine, Bu terkedişin onunmaz acısı. O da dayanamayıp yapılan bu kemliğe, Gözyaşlarımın çiy gibi ıslattığı çimenlerin üstüne düştü, Gördün mü? Kaybolan bütün yıldızlara muhtaçtı gökyüzü. Öyle ürkünç bir karanlık sarmalamış ki onu, Ateş böceklerine bile muhtaçtı gökyüzü. Darağacı kurulmuş, kötülükler meydanına, İhanet denilen cellat, Asmak için keyifle bekliyor, bütün güzellikleri. Bense, Üç vakte kadar kavuşma müjdesi veren, Kahve fallarından medet umar olmuşum. Oysa ne güzel günlerimiz vardı. Aşkımız şimdi yıldızsız da olsa, gökyüzü kadardı. Kül renkli bulutlara değen başımızda, Hiç eksik olmazdı kavak yelleri, Hatırladın mı? Şimdi bütün gülüşlerimi rehin bıraktım,ayrılık günlerine. İndirdi kuyu derinliğindeki simsiyah gözlerini, Siftahsız kapanan kepenkler gibi gece. Sen yine gez, toz, Dilersen türlü aşklar da yaşa. Bir gün geri dönecek olursan eğer, Bil ki, Sen hâlâ beklenir olacaksın. İstiridye gibi gönlümü açtığında, Müstesna bir inci gibi kendini bulacaksın. |
duygu yüklü sitemsiz bir şiir okudum..tebrikler..