HZ.HÜSEYİNŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Beş aralıkta aşure günüdür.Bu nedenle Hz Hüseyini anmak için bu yazıyı yazdık
Hz. Peygamber (s.a.s)’in Hz. Fatıma (r.anha)’dan torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın ikinci oğlu. Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının beşinde dünyaya geldi.
Hz. Hüseyin’in ismini Peygamber Efendimiz koydu. Hz. Hüseyin doğduğu zaman, Cebrail (a.s) gelip "Ya Muhammed! Rabbin sana selâm söylüyor. Oğluna, şu Harun’un oğlunun ismini koy diyor" dedi. Peygamber Efendimiz "Ey Cebrail: Harun’un oğlunun ismi nedir?" diye sordu. Cebrail (a.s) "Şebir" dedi. Peygamberimiz "Benim dilim, Arapça:" buyurdu. Cebrail (a.s) "Öyle ise, bunun Arapça karşılığı olan Hüseyin ismini koy" dedi (Diyar bekrî, el-Hamîs, 1,471). Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber (s.a.s)’e çok benziyordu. Hz. Ali (r.a) "Hasan, Rasûlüllah’a göğsünden başına kadar olan kısmında, Hüseyin de bundan aşağı olan kısmında çok benzerdi" (Ahmed b. Hanbel Müsned, 1, 108) demişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a)’a son derece düşkün olup onları çok severdi. Onların hakkında, "Allah’ım: Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları" (Tirmîzî Sünen V, 661). "Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kolladığım iki reyhanimdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288); "Hasan ve Hüseyin’i seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288); Peygamber Efendimiz (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in gönüllerince oynayıp eğlenmeleri için onlara eşlik eder, bir çocuk gibi onlarla oynardı. Hz. Hüseyin, Rasûlüllah (s.a.s)’dan deve olmalarını istediklerinde hemen yere eğilir ve onları mübarek sırtına alırdı. Arkasından da "Bundan güzel deve olabilir mi?" buyururlardı. Peygamber Efendimiz, bir gün, cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, güreşmeye başladılar. Peygamber Efendimiz gülerek "Ha gayret Hasan; Göreyim seni, yakala Hüseyin’i!" diyerek Hz. Hasan’ı kayırınca, Hz. Ali: "Yâ Rasûlüllah: Sen Hüseyin’i kayırmalı değil miydin? Hasan daha büyüktür" dedi. Peygamberimiz "Baksana Cebrail’de, Hüseyin’e: (Ha gayret Hüseyin göreyim seni) diyor." buyurdu (Zehebî, Siyer Alâmü’n-Nübelâ, 111, s. 190-191). Hz. Peygamber (s.a.s) torunlarından olan Hz. Hüseyin’in çocukluk yılları Peygamberimizin otağından geçmiştir. Rasûlüllah’ın eğitiminden yetişip imanı yudumlaya yudumlaya büyüyen Hz. Hüseyin’in sonu da şehadet ikliminde gerçekleşmiştir. İnsanın hayatında Allah ve Rasûlü’nün hükmünden başka hiç bir hükmün geçerli olamayacağını derinden kavramış olan Hz. Hüseyin, bu gerçeğe gölge düşürenlere zerre kadar meyletmemiş; bilakis destansı bir tavırla onların önlerine dikilmiştir. Ümm-i Hâris hazretleri anlatır: Birgün Resulullahın huzuruna varıp, bir rüya gördüğümü ve çok korktuğumu arzettiğim zaman, buyurdular ki: - Ne gördün? - Sizin vücudunuzdan bir parça kestiler, benim yanıma eklediler. - İyi görmüşsün, Fatıma’nın bir oğlu olacak ve senin yanında kalacaktır. Beraber mescidden çıktılar Bir müddet sonra, Hz. Hüseyin dünyaya geldi. Resulullah her sabah namazını kıldıktan sonra, mübarek yüzünü eshab-ı kirama çevirirlerdi. Üzüntülü kimseler yüzünü görseler, mesrur olurlardı. O gün sabah namazından sonra, yüzlerini döndürmeden, Hz. Ali’yi çağırdılar. Beraber mescidden çıktılar. Eshab-ı kiram nereye, niçin gittiklerini anlayamadılar. Tekrar dönerler diye oturdular. İkisi Hz. Fatıma’nın evine gittiler. Peygamberimiz Hz. Ali’ye, kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emretmişlerdi. Hz. Hüseyin doğmuş, melekler tebrik etmek için gelmişlerdi. Hz. Ebu Bekir duramayıp, Hz. Ali’nin evine gitti. Sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman ve bütün eshab-ı kiram Hz. Ali’nin evine gittiler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali’den, Resulullahın nerede olduğunu sordu. Hz. Ali, içerde olduklarını bildirince, Hz. Ebu Bekir buyurdu ki: - İzin verirsen, ben de gireyim. - Allahın Resulü meşguldür. - Benim içeri girmememi sana emretti mi? - Hayır, yalnız dörtyüzyirmidörtbin melek geldi. Hz. Ebu Bekir hayret edip, durdu. Bir müddet sonra, Resulullah dışarı çıkıp, herkesin içeri girmesini emrettiler. Eshab-ı kiram içeri girdiler. Hz. Ali’nin meleklerin sayısındaki sözü söylendi. Resulullah efendimiz Hz. Ali’ye sordular: - Meleklerin sayısını nasıl bildin? - Melekler grup grup geliyorlardı. Herbiri bir dil ile konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi. Bunun üzerine Resulullah efendimiz buyurdu ki: - Allah aklını ziyade etsin ya Ali! Cennet gençlerinin efendisi Resulullah efendimiz Hz. Hüseyin doğduğu zaman, kulağına, (O, cennet gençlerinin efendisi, seyyididir) diye seslenmişlerdi. Hz. Üsame bin Zeyd, bir gece Peygamber aleyhisselamı gördüğünü ve Onun, (Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır. Allahım ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev) buyurduğunu rivayet etmektedir. Bir defasında da, (Hüseyin benden, ben Hüseyin’denim, Allahü teâlâ Hüseyin’i seveni sever) buyurmuştu. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde, ehl-i beyte, mealen buyuruyor ki: (Allahü teâlâ, sizlerden ricsi, yani her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor.) Bu ayet-i kerime gelince, eshab-ı kiram sordular. - Ya Resulallah! Ehl-i beyt kimlerdir? Benim ehl-i beytim O esnada, Hz. Ali geldi. Mübarek hırkasının altına aldılar. Fatıma-tüz-Zehra da geldi. Onu da yanına aldılar. İmam-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına, sonra gelen İmam-ı Hüseyin’i de öbür tarafına alarak buyurdular ki: - İşte bunlar, benim ehl-i beytimdir. Bu ayet-i kerime ve ilgili hadis-i şerifler, Resulullahın iki mübarek torununu sevmenin şart olduğunu belirtmektedir. Hz. Hüseyin buyurdu ki: Birgün yüksek dedemin huzuruna varmıştım. Übey bin Kâb da orada idi. Bana, "Merhaba, ey Ebu Abdullah, ey göklerin ve yerin süsü" diye hitap ettiler. Übey bin Kâb hazretleri dedi ki: - Ya Resulallah! Gökler ve yer için, senden başka süs var mıdır? Resulullah bunun üzerine buyurdular ki: - Beni insanlara Peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın hakkı için, Hüseyin bin Ali, yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyade süs, göklerin tabakalarıdır. Birgün Hz. Hüseyin, Resulullah efendimizin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurlu idi. Resulullah efendimiz duâ buyurdu. Hz. Hüseyin eve gidinceye kadar, yağmur ara verdi. Birgün Resulullah efendimiz, Hz. Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrahim’i sol dizine aldı. Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki: - Hak teâlâ, bu ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç! Resulullah efendimiz buyurdu ki: - Eğer Hüseyin vefat ederse, benim canım yandığı gibi, Ali’nin ve Fatıma’nın da canları yanar. Eğer İbrahim giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum. Üç gün sonra oğulları İbrahim vefat etti. Resulullah efendimiz, Hz. Hüseyin yanına her gelişinde, onu öper ve buyururdu ki: - Selamet ve saadet o kimseye ki, oğlum İbrahim’i ona feda ettim. Hz. Hüseyin’in ilk çocukluğu Resulullah efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Zira Peygamber efendimiz vefat ettiler. Hz. Hüseyin, bundan sonra ilmini ve edebini babasının yanında tamamladı. Etrafını aydınlatırdı Hz. Hüseyin’in yüzü, karanlık gecede etrafını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca gitti. Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi binmezdi. Çok cömert idi. Buyurdular ki: - Cömert, efendi olur; cimri, hor olur. Bu âlemde bir mümin kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur. Eshab-ı kiramdan Hz. Dıhye, devamlı ticaret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrail aleyhisselam çok defa Resulullahın huzuruna Dıhye şeklinde gelirdi. Birgün Cebrail aleyhisselam Fahr-i âlem hazretlerinin huzurunda bulunuyordu. Dıhye, dedemizin yanında O zaman henüz küçük olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den biri, Cebrail aleyhisselamı gördü. Hemen kardeşinin yanına koşarak dedi ki: - Dıhye, dedemizin yanında oturuyor, haydi gidelim. Koşup mescide girdiler. Cebrail aleyhisselamın dizlerine oturdular. Ellerini Cebrail aleyhisselamın koynuna soktular. Resulullah efendimiz, torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip, mâni olmak istedi. Cebrail aleyhisselam, Resulullahın mahcup olduğunu görünce, dedi ki: - Ya Resulallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fatıma teheccüd namazını kılarken, Hak teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallardım. Böylece Hz. Fatıma rahatça namazını kılardı. Bazan da bunların anneleri namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye, beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Çocukların bu hareketini bana karşı edepsizlik saymayın. Bunların yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur. Resulullah efendimiz buyurdu ki: - Ey kardeşim Cebrail! Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler endişesiyle mâni oldum. Çünkü, eshabımdan Dıhye isminde birisi vardır. Çok kere sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediye getirir. Sizi Dıhye zannedip, ellerini koynunuza soktular. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam, “Ya Rabbi! Beni Habibinin yanında utandırma” diye duâ etti. Oturduğu yerden ellerini cennete uzattı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi. Hz. Hasan üzümü, Hz. Hüseyin de narı aldı. Bunları yerlerken, bir dilenci gelip dedi ki: - Ey ehl-i beyt! O üzüm ve nardan bana da verir misiniz? Resulullahın yüksek yaratılışlı torunları, dilenciye vermek istediklerinde, Cebrail aleyhisselam mâni olarak dedi ki: - Ya Resulallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyveleri ona haram iken, hile ile ondan yemek istedi. KERBELA OLAYI Muâviye, hicretin altmışıncı yılında Recep ayının ortalarında Şam’da vefat etti. Muâviye’nin vefatından sonra Şamlılar Muâviye b. Ebi Sûfyan’ın oğlu Yezid’e bey’at ettilerYezid’in iktidara geçmesi saltanat seklinde gerçekleşti. Yezid, kendisinin bu şekilde idareyi ele alışına başta Hz. Hüseyin olmak üzere pek çok Sahabe’nin rıza göstermeyeceğini, hatta şiddetli tepkilerle karşılayacağını biliyordu. İktidarı elden kaçırmamak için çok süratli davranıyordu. Hemen Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebi Sufyan’a bir mektup gönderdi. Mektubunda şöyle yazıyordu: "Mektubum sana geldiği zaman, Hüseyin b. Ali ile Abdullah b. Zübeyr’i buldur, onların bana bey’atlarını al! Eğer, bey’attan kaçınırlarsa, boyunlarını vur, başlarını bana gönder: Halkın da bey’atlarını al, Bey’attan kaçınanlar hakkında, Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr hakkında olduğu üzere, hükmü yerine getir, Vesselam " Yezidin; Medine valisine yazmış olduğu mektubunda Hz. Hüseyin’den ve ileri gelen sahabilerden bey’atlarını almasını, bu konuda gevşek davranmamasını istediği de kaynaklarda kaydedilir . Yezid’in iktidarı ele almasından sonra Kûfeliler Hz. Hüseyin (r.a)’e mektuplar göndererek, onu dâvet edip, yanlarına geldiği takdirde kendisini Emirü’l-mü’minin ilan edeceklerini üst üste yazdıkları mektuplarda belirtmişlerdi. Ayrıca şu anda emirleri olmadığından cuma namazına çıkmadıklarını bildirmişlerdi. Hz. Hüseyin, Medine’den Mekke’ye gidip buradan Küfelilerle haberleşmeye başlamıştı. Kûfelilerin durumunu kesin olarak anlamak için de amcasının oğlu Müslim b. Akil’i Kûfe’ye göndermişti. Müslim Kûfe’de durumun iyi olduğunu, insanların bey’at için hazır bulunduklarını bildiren bir mektup gönderdi. Hz. Hüseyin bu haberden sonra kesin karar verip Kûfe’ye gitme hazırlıklarına başladı. Hz. Hüseyin Kûfe yolculuğuna hazırlanırken, Abdullah İbn Abbâs, bu yolculuktan vazgeçmesini ısrarla istemişti. Aynı şekilde Abdullah ibn Ömer ve tabiunun ileri gelen âlimlerinden İmam Şa’bî de Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmemesini istemişler, özellikle Iraklılara güvenilmeyeceğini vurgulamışlardı. Ama Hz. Hüseyin Kûfe’ye gitme konusunda kesin kararlıydı . Yezid, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye doğru yol aldığını haber alınca, Kûfe valisini değiştirmiş, Basra valisi olan Ubeydullah ibn Ziyad’a ek bir görev olarak, Kûfe valiliğini de vermişti. Ubeydullah b. Ziyad, Kûfe valiliğini de üstlenince ilk iş olarak Müslim b. Akil’i çok feci bir şekilde şehid etti. Yezid, Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad’a Hz. Hüseyin hakkında şu emri veriyordu: "Şimdi sen, benim istediğim gibi olmakta devam ediyorsun. Yaptığını akıllı ve beceriklilere yaraşır bir biçimde yaptın. Sebatlı, azimli bir kahraman saldırışıyla saldırdın. Başkalarına ihtiyaç bırakmayıp bu işin üstünden geldin. Bana erişen habere göre: Hüseyin b. Ali, Mekke’den ayrılmış, senin tarafına doğru gelmekte imiş. O’na hemen casusları kavuştur. Yollara gözcüler dik. Olanca duruşla bunun üzerinde dur. Seninle çarpışmadıkça sakın kimse ile çarpışma. Her gün, olan bitenlerin haberini bana yaz." Hz. Hüseyin’in Kûfe yolculuğu sürerken, gelen haberler hiç de iyi değildi. Müslim b. Akil’in şehid edildiği haberi bile kendisine ulaştığında artık geri dönmek mümkün değildi. Yol esnasında pek çok kişi Kûfe’ye gitmemesini, mutlaka geri dönmesi gerektiğini söylemişlerdi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Hz. Hüseyin büyük bir kararlılıkla Kûfe’ye doğru yol almaya devam ediyordu. Bu arada kendisi için tuzaklar kuruldu. Gelişen olumsuz olaylar nedeniyle, Hz. Hüseyin beraberindekilere "dileyen dönebilir, ben sizi yanımda zorla götürmek istemem" demişti. Ama hiç bir kimse ondan ayrılmadı (Zehebî- A’lâmü’n-Nübelâ, 111, 201-202). Hz. Hüseyin, Hurr b. Yezid et-Temimî’nin kumandası altındaki bin kişilik Kûfe süvârî birliği ile karşılaştı. Hurr b. Yezid, Ubeydullah b. Ziyâd’ın emrine uygun olarak hareket ediyordu. Hurr, Ubeydullah’ın emri gereğince Hz. Hüseyin’i Kerbelâ’ya doğru sürükledi. Ubeydullah b. Ziyad olayın ciddiyetini fevkalade kavramıştı. O sırada Merv valiliğine tayin edilmiş bulunan Ömer b. Sa’d Kûfe’de hazırlıklarını yapıyordu. Ancak Ubeydullah; Ömer b. Sa’d’ı Hz. Hüseyin’e karşı kullanmak istedi ve hemen ona emir vererek ordusuyla beraber Kerbelâ’ya gelmesini istedi. Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin’in karşısına çıkmak istemiyordu. Bu durumu anlayan İbn Ziyad: "eğer, onunla çarpışmaya gitmeyecek olursan, seni Merv valiliğinden azleder, evini yıkar, boynunu vururum" (Zehebî aynı yer) diyordu. Durum giderek vahimleşiyordu. Hz. Hüseyin bu durumun önüne geçmek ve kanların akıtılmasına meydan vermemek amacıyla Ömer b. Sa’d’a şu teklifleri yapmıştı: "Ey Ömer! Şu üç teklifimden birini kabul ediniz; Bırakınız da ben, cihad etmek üzere, hudut boylarına gideyim. Yahut Yezid’in yanına varıp kendisiyle görüşeyim. Yahut dönüp Medine’ye gideyim" (Zehebî, A’lâmü’n-Nübela, 111, 208-209). Ama İbn Ziyâd bu teklifleri asla kabul etmiyor ve Hz. Hüseyin’i artık bırakmak istemiyordu. Ömer b. Sa’d ise Hz. Hüseyin’e karşı her hangi bir saldırıda bulunmuyor ve günler böyle geçip gidiyordu. Ubeydullah b. Ziyâd, son emrini verdi. Ömer b. Sa’d’a yazdığı son emrinde şöyle diyordu: "Ben seni, Hüseyin’le günler geçiresin, onun selâmet ve bekâsını dileyesin ve benim katımda onun şefâatçısı, kayırıcısı olasın diye göndermedim. Ona ve adamlarına hemen teklif et; hükmüme boyun eğsinler. Eğer, sana teslim olurlarsa, onu ve etrafındakileri bana gönder. Şayet kabule yanaşmazlarsa üzerlerine yürü. Çünkü, o asi ve şakidir." Bu emirden sonra Hz. Hüseyin’e saldırılar başladı. Hz. Hüseyin’in yanındaki bir avuç mücahid ve Ehl-i beytten hanım ve çocuklar binlerce askerden oluşan orduya karşı büyük bir direnç gösteriyor ve bir bir şehadet şerbetini içiyorlardı. En son Hz. Hüseyin kahramanca savaştı ve almış olduğu otuzüç mızrak ve otuzdört kılıç yarasıyla bedeni toprağa yığılırken, ruhu şehidlerin ruhlarına karışıyordu. Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in akrabalarından yetmişiki kişi şehid düştü. Adeta Ehl-i beyt, tümden imha edilmek istenmişti. Kufelilerden de seksensekiz kişi ölmüştü İmam Hüseyin oğlu Ali Ekber, İmam Hasan oğlu Kasım ve bir kardeşi, Ebül Fazl Abbas, İmam Hüseyin oğlu henüz altı aylık olan Asgar gibi onlarcası peşpeşe sehid oldular... Zeynel Abidin 24 yaşlarında ve hastaydı. Öldürmediler Kadınlar ve İmamın mübarek başı ile Şam’a gönderildi. Mübarek başı, Mısır’da Karafe kabristanında medfundur. Hz. Hüseyin, Hicrî altmışbirinci yılın on Muharreminde 681 şehid olmuştu. Şehid düştüğünde elliyedi yaşında idi. |