FARKETMEZLİĞİN 24 SAATİ, "Bütün Şiirlerim Senin Olsun" adlı kitabımdan, İsim Yayınları, Ankara 2011
FARKETMEZLİĞİN 24 SAATİ
Senden öte gün başlar Senden öte ezanlar, sabahlar Çok da değişmedi buralar Sol yanımda aynımda Bin cevaplı bir sır var, Ulanıp da gider gibi… İşte böyle her sabahımda, Yüzüme çarptığım sularda, Tazelenir sensizliğim. Ne ki başımız hoş değil, Günün ağırlığı hâkim ve yavaş, Duman duman çöker gibi… Her gün böyle açılırım zamana, Şafağın sessizliği koynumda kalır, Bir nur, elden uçup yuvarlanır, Senden sonra, o garip tat kalır. N’eyleyim garipliği, işte her gün böyle, Yaşamak, bas bas bağırır, Takılı plâklar gibi, başlarım hayata!… Kapıcının aklı hesapta, bozuk parada Beni sual edersen; Sıcak ekmek buğusunda, naylon torbada Lütfedersin tam bu sıralarda Hani demli bir bardak çay gibi… Karşı komşu selâmı usulen Sen gelsen, dostlar gelse şevk ilen. Sağ yanım adam, sol yanım adam amma Sebepsiz bir ıssızlık var, Asrî bayram sabahı gibi… Bu şehri sevemiyorum sensiz, Mahmur ve aksak ayakta, Saat ziline ayarlı perdeler, Sahnede cüceler ve devler, Kış demeden tavuklara oynamada… Bu şehri sevemiyorum sensiz Gidişini umursamaz; Çöpçüye eğlencelik şu kaldırım Kir pas içinde bezgin, Ağlayıp vazgeçer sanmıştım, Her sabah aynı saatte, Okula giden şu çocuk. İşte yine uyanır şişman mahalle, Kırmızı kiremit yanaklarında. Dünya yansa kimin umurunda; Boyamış ince dudaklarını, Sakız ve boncuk sesleriyle, Açmış çarpık bacaklarını, Zamane mankenleri gibi… Sen şimdi biliyorum, Sıradan bir günde, Sıradan bir yerde, Otobüs kuyruğunda meselâ, Daireden bir arkadaş gibi, Olacaksın yollarda. Öylesine konacaksın bu şehre, Göçmen kuşlar gibi, Bir günlüğüne uğrayacaksın, Âdet yerini bulsun, Varsın misafirlik olsun der gibi… Vay dinine yandığımın gelişi! Vay dinine yandığımın dönüşü! Hele gidinin imansızı! Hele gidinin insafsızı! Hele soluk al, otur hele! Oğlan kilo almış mı? Havalar nasılmış, kar mı kış mı? Yeni elbisen yakışmış mı, sor bir! Çarşının dedikodusunu yapalım Hadi gel, tıpkı eskisi gibi… Biz de alalım, biz de satalım, Hiçbir şey yapamazsak, Dünyanın anasını satalım, Hadi gel, tıpkı eskisi gibi… Bir tutam ayrık otudur, Kaya dibinde unutulmuş ömrümüz. Bayır yeliyle senin yüzünden, Bir aşağı bir yukarı gönlümüz. Farkında değiliz bağlanışın, Gitmeliydik o diyarlara çoktan. Ne katran kokusu, Ne cem-i cümle sorgusu, Çok geç, çıkılmaz artık dağlarımıza, Çakal değil kurt gibi… O eski köprünün altından, Sular şarlıyor hop leyli. Gün ola harman ola, Tufan ola, kıyamet ola Köprüler ben ola, benden ola Güvenme çöker haberin ola Yağma yok eskisi gibi… Bir gün pişman geçeceksin, Bezgin seneler terkinde, Sanma ki, o deli yolunu kesecek, Ve bakacak öylece yüzüne; Zeki Müren dinler gibi… Maziden ağır aksak bir rüzgâr, Esecek saçlarında, Sanma ki şiirlerin ardında, Karacoğlu tatlıcısında, Karıma “evlenelim” der gibi… İlk gençliğimiz buruş buruş Elimiz koynumuzda şimdi. O gün geldiğinde, Bomboş bulacaksın odaları, Sanma ki duvarlar yıkılacak Ve uçsuz bucaksız bir ovada sevişeceğiz. Belki yorgun argın bir akşam; Film seyretmek kadar gelişin. Sanma ki eski hoş günler, El pençe divan duracak huzurda Yedi cihan haremlik gibi… Zamandan haber veriyorsun, Bir bezirgân gibi alıp satıyorsun. Halbuki batıyor bize çoktan, Gönülsüz, nazlı, silik Kendini bitirip, olabilir en fazla; Bir hasta iştahı kadar bizden yana... Er geç, ucu yanık mektuplar gibi Düşeceksin elime, belki okuyacağım. Sanma ki tekrar tekrar bakacağım yüzüne, Hemen her seferinde, Ve bin kerre affedeceğim, Tıpkı yaramaz oğluma yaptığım gibi… Gelişin de bir gidişin de, Hiç tanımadığım bir düğün alayı, Dost yüzüne hasretim kuru kalabalıklarda. İnadına dolu dolu yağsan da Uyurken pencereme vurmuştun o kadar, Hani akmaz kokmaz yoldaşlar gibi… Zaten yağmur dediğin iliklere işlemeli, Dost elini sıkınca, Adamın gözünü delip geçmeli! Belki bir zamanlar, Belki bu şehrin caddelerinde, Gölgeme basıp geçmiştin o kadar… Merhametsiz bir yabancı gibi… Sanma ki dost olacağım, düşman olacağım, Lise çağlarımızdan uçup, Bir güne sığacak dört mevsim, Yedik bitirdik beyhude günleri Koca ömre bedel gibi… Ah toprak başımızdan, Ah neler çektik yazımızdan. Bana kalırsa çoktan Bu hesap kapandı gibi… Öyle diyor gazeteler, Kırkımıza gelmeden, Her Türk erkeği gibi; Bir şiir kitabı, Bahçeli bir ev, İkizlerle anası, Adam olana çok gibi… Sebahattin YAŞAR 12.03.1999 & 23.04.2007 |