HARAY! ELLERİM HARAY!
Mukaddime:
Bu şiir, büyük şâir Muhammed Hüseyin Şehriyar’ın meşhur “Heydarbaba’ya Selam” adlı şiirine bir nazire gibi yazılmış olmasa da, büyük şâirin meşhur şiirinden esinlenerek kaleme alınmıştır. Aynı dil içindeki aynı lehçe ve aynı gelenek ve göreneklerin iki ayrı evladı, aynı coğrafyanın iki ayrı ucundan geçmişi ve özlemleri mısralarla resmetmişlerdir. En büyük benzerlik bu olsa gerek! Şiirde, baştan sona kadar Azeri Lehçesinin Eleyez Dağı’nın Batı yakasındaki Ağbaba-Şöreğel yöresine ait şivenin kullanılmasına çaba gösterilmiştir. Şiir içinde zikredilen isimlerin tamamı gerçek kişiler ve gerçek mekânlardır... -I- Bayram gelif amma eşik borandı Gurban ona kim ki xetir sorandı Xelil emim at üstünde durandı “Eye, size gurban olum ay ede! Alma, heyva, nar getirdim; heybede” Din gecesi gapı baca dalında Baxt axdaran gızlar yar xeyâlında Umutları bağlanan şallarında Kış çetindir eşikde kar-boran var Ne bilsinler xeyâlları boğan var Bayram diye şadlık düşdü emmize Güneş gene üzün gösderdi bize Kar eridi seylab döndü denize Bahar başı gargara var, garğın var Barışdırax, küskünler var, darğın var Bahar kadem bastı toy, nanay çalın Uşaxlar eşikde; el, ayak yalın Gonax gelif, galxın içeri alın Gelen gelsin canımıza minnetdir Yaz baharda Ağbaba bir cennetdir Bacıoğlu’nun gül çiçeği açılır Goyun guzu dört bir yana saçılır Bulaxlardan soğuk sular içilir Pongar bulax sanki ab-ı hayatdır Burda en son akla gelen mematdır Çerçi-satançılar gelifler köye Dünyamalı kişi gayıdıf öye “Bu ne zaddı bele, neçedi eye?” Yağ pendiri verip her zad alıllar Gayıdıf evlere şadlık salıllar Bahar yağışları günbegün yağır Terelik, Karahan çağlayıf axır Şöreğel elleri yaylaya çıxır Goyun guzu mal danaya garışıf Yaylaçı göçleri Göydağ’dan aşıf Seher yeli Leylioğlu’ndan eserdi Hacı dedem gurbanını keserdi Anam tendir üsde gazan asardı Kalbay-nenem yığar bizi başına “Balam, bu senindi, bu gardaşına!” Aşxanada kemer ocax galanır Ayax deyip çaydanımız calanır Eğiş üste kebabımız harlanır Kalbay-nenem, indi galxıf gelesen Balana gene bir lâylâ deyesen! Men Göydağ’a sökemişem dalımı Tasvir mümkün değil her ehvalımı Gece yüz min yıldız öper alnımı Güneş Eleyez’den selâma duruf Bir guruğşun kimi kalbimi vuruf Güllübulak yaylasından yuxarı Harxınan açılmış suyun axarı Gız gelinler yuyar orda paltarı Gün ışığı çiçeklerde ışıldar Rüzgâr âşkı gulaxlara pıçıldar Dal Göl üste goyun guzu yayılar Axşam eve geldiğinde sayılar Uzaxtan bir kaval sesi duyular Zafer emoğlunun sevdasıdır bu Nece cavanların rüyasıdır bu -II- Gomşu köyden Terekeme anlattı Söz üstüne sözle lezzetler gattı Ruhuma velvele salıp oynattı: “Gün ortoydu, men ordoydum ay lele İndi men anladım sen de duy lele Çıxarttılar hâkimin gavağına Cavap verdim onun her sorağına Üzüm döndü gız gelin duvağına Sayalı’nın her işini göreerdim Öyde oturuf hörremi hörtdedeerdim Zalımoğlu birden çekif oddadı Düşmanlığın ataşını xoddadı Soyağacın budaxların budadı Gede, menim gavağımda mef oldu Acıları yüreğime sef oldu” Hasan emim dam üstünde dureerdi Gün ışığı üzümüze vureerdi Del- İse de köy xalgını gıreerdi Deyin görek yalandan kim ölüfdü! Del-İse’nin sirrini kim bilifdi? -III- Eleyez eteği hep bizim eller Yuxarı Ağbaba alt yanı Deller Hepsi bizim çaylar, hep bizim göller Arpaçayı, garşıya bir selâm de Eski Bacıoğlu’na bir çift kelâm de Eleyez, sen menim uca dağımsan Eleyez, sinemde çapraz dağımsan Eleyez, yuxumda acım, ağrımsan Efsus indi yad ellerin olufsan Men yazığı ataşlara salıfsan Bir çetin kış günü düştüm yollara Yol mol yox aslında saplandım kara Bir balaca uşax, ne ki kar yara! Boran, tipi her yer kara büründü Birden Eleyez’in başı göründü Sol yanımda bir heybetli dağ indi Hissettim ki yüreciğim sağ indi Xeyâlime cennetten bir bağ indi Sevincimden nârâ attım, bağırdım Yaradan’ı imdadıma çağırdım O gün bugündür ki sana âşığam Sen de oldun menim gardaşım, gağam Sevdan serimdedir neçe ki sağam Şâirem, sözlerim senin âşkına Başındaki duman, çenin âşkına Senin başın yarık yar hevesinden Göz gözü görmez ki duman, sisinden Bir haray sal volkanın üstünden Göydeki durnalar gatar gatar hey! Belke sesin Ağbaba’ya çatar hey! Atayurt hesreti kâr etti câna Bilmirik ki galxak gedek hayana? Âbâd elim indi dönüf verana Bacıoğlu’ndan, Okçuoğlu’ndan bir ses yok! Garaçanta, Goncalı’dan nefes yok! Mescitler kilise, susuf münacat Ezanlar kiriyif, heyhat ki heyhat Hardadı meclisler, hanı cemaat? Mezarımız gâvurlara yol oluf Çeşmimizin yaşı axıf sel oluf Vatan elden getdi her yan düz oldu Hasretinden yandı yürek köz oldu Leyl-i nehar dilimizde söz oldu Çağır Şah-ı Merdân gelsin haraya! Merhem sürsün bu onulmaz yaraya! -IV- Hep dolardı Hac-Hüseyn’in otağı Eksilmezdi gapısından gonağı Gece gündüz heç sönmezdi çerağı Fağır-yoksul sufrasından doyardı Hamı onu baba kimi sayardı Molla Yusuf mersiyeye gelerdi Dam üstünden münacatın vererdi Sine vuruf “Vah Hüseyn’im” deyerdi Eset Dayı: “Alem garalı geldi!” Sinezenler: “Hüseyn yaralı geldi!” Uşağ idik biz de sine vurardık Hardan bazı yorulardık, durardık Çerağları işkab üste yaxardık Eset Dayı: “Alem garana gurban!” Sinezenler: “Hüseyn yarana gurban” Molla Yusuf ciğerleri dağlardı Goca, cavan, arvad-uşax ağlardı Gözyaşları sel oluban çağlardı Yüz nefere birden çörek vererdik Bir künçde de biz oturar yeyerdik! Her emel aslına ricat eyledi Hac-Hüseyin arz-ı vücûd eyledi Getdi Beytullah’da sücûd eyledi Selâm verdi, dedi, gelsin gardaşlar Tek birce Allah’a eğilsin başlar Hac-Hüseyin Muhammed ümmetiydi Onun işi imama xidmetiydi En gözel terefi sexavetiydi İndi her şey hikâyetdi, nağıldı Felek vurdu tufağımız dağıldı El kadrini bilmek böyük hünerdi Kaçak Nebi kimi boz at binerdi Menim atam ki bir er oğlu erdi Keşke çıxıf ordan bir sesleneydi Kerim Kılıç adı bir efsaneydi Gurur duydum onun her nişânından Başım göğe erdi şeref, şânından Ezildim ve korktum ad-ı sânından Kazıdım kalbime, hem zikrim-virdim “Hayatta ben en çok babamı sevdim”(1) Anamı sorsanız o da yiğitdi Elde silah, beş yetimi böyütdü Devran onu acımasız öğütdü Ezelden axire garaymış baxtı Yıkılsın düşmanın tac ile taxtı Zehir kattım yürek sancılarıma Hüseyn’in acısı acılarıma Zeyneb’in garası bacılarıma Keremine şükür olsun İlâhi Elbet sensin gönlümüzün penahı Şekvâ hakkım yoktur elbet hâlimden Şaxta vurdu kâm almadım gülümden Danelerim tek tek getdi elimden Belke talih düşman, belke de kader “Henüz tipi dinemedi ki Müzehher!” (2) Ömrüm nehri bulanıktı; duruldu Başaklarım rüzgârlarda savruldu Hasret ateşiyle bağrım kavruldu Gittikçe açıldı aramız dağlar Daha da bağlanmaz yaramız dağlar Var vücûdum imtihana çekildi Ömrüm kalesinin burcu söküldü Pünhan sırrım âlemlere döküldü Ya Rab, kimse derde düçâr olmasın Yaxşı görüm yaman güne kalmasın -V- Soruşdum bu kimin nesidir gelen Toylar meclisinin süsüdür gelen Mehmet Hicrani’nin sesidir gelen Bir Atüstü, bir Zarıncı, Xoşdamak Âdet oldu yâda salıf ağlamak Bir yiğit ki atların şehsuvarı Yıktı geçti karanlık duvarları Okçuoğlu’nun bize son yâdigârı Dilan’da bir Hasan Ağa varıydı Medenî dergâhın ilk serdarıydı Öğün vatanınla ey bizim elli Arxamız Ziyaret, bir yan Bığelli Zirveleri karlı eteği güllü Kanlı yaylasında Zülfikar Ağa Ağa da ağa ha! Salma ayağa! El deyif de geçmek olmaz; gevherdi Her garışı düşmanlara siperdi Mehebbeti yürklerde çeperdi Men de bir gayıdıf orya gedeydim Gedeydim de öz elimde öleydim Amma gelin görün devran ne döndü Neçe hanedanın nesli süründü Hac-Abbasoğlu’nun ocağı söndü Hani ata-dede, nerdedir baba? Otur geçmişine ağla Ağbaba! Çok kötü verdik biz, bu imtihanı Kiminin serveti, kimini canı Keher kısrakları binenler hanı Kızakların özü yitti, adı var Bu dünyanın ne tuzu ne tadı var Ayrılık bezminin cemine dolduk Hasret bahçesinin gülüydük, solduk Arzu’dan, Aslı’dan, Leyli’den olduk Biz, Mecnun’u getirmezken dillere Peren peren oluf düştük çöllere Gocalığın birce belin gıraydım Cavanlığın günlerine varaydım Eleyez’in zirvesinde duraydım Bağıraydım “Haray! Ellerim haray! Lal olufdu şirin dillerim haray!” Cahit Kılıç İstanbul, 6-16 Kasım 2011 _________________________________________ (1) : Can Yücel’den. (2): Tarafımca, Mahmut Yesari’nin Tipi Dindi adlı romanından bir diyaloga âtıf. |
Hasret bahçesinin gülüydük, solduk
Arzu’dan, Aslı’dan, Leyli’den olduk
Biz, Mecnun’u getirmezken dillere
Peren peren oluf düştük çöllere
Türkçenin her lehçesi güzel hele şu beşlikte anlatılan ne çok şey var... kaleminize ve yüreğinize sağlık