bu sabah güneş doğarkenEn sade kararın ,yaprağın damarlarından durağına akar Bir çift küçük göz, küçük bir yüz öylesine bakar Fıtratında kin ve nefretin olmadığı Ah dediğimiz dünya… Henüz daha tanışmadığı hayatın arka pençeresi Günahın doldurulduğu çöp bidonu basma kalıp, eksantrik pres Kalın bir sis perdesini aralayıp da baktığın an Sana ne verdik küçüğüm demekten başka çaresi olmayan- zavallı Bal yalamalı kadınlardı sığ mahzenlerde Rakı tadında duygulara yenildiğimiz Cam tabakaların arkasına sakladığımız arımız Ve köşelerde labirentler… Kurşun sıskalığında kadının öz geçmişi. Husumet güden gönlümüz neden niçin bu kadar derbeder Basamaklar demir şavkında kırılgan olduğu kadar Çocuğun gözünde biz büyükler. henüz tanışmadığımız, metro boşluğuna düşen uğultu Ne verdik ne aldık hesabından arda kalan Kırıntı tohumlarım yeşermeyen ölüm sessizliği Doğmadan ölümü bekleyen bitkilerden oluşan angarya. Sadece polietilen çöp artığı zehirden başka Kumbarasında biriktirdiği kin ve nefret Zaman figüran, figüranın adı yazılıyordu Renk kusmuğu, renk karmaşasında laçkalaşmış tabela… Bir yol daha olmalıydı,henüz daha tadılmamış Önümüzdeki sofrada bizi bekleyen kandırılmamış Egzoz kirliğinde nefesimizin boğduğu biz Uyanma vaktinde. Çocuk ve sen bir başkalığın kaldırım taşlarında ufalanırken Yeni keşif değildi hakkın kanununa, adaletine teşrif etmek Kaybetmediğimiz ruhumuzu yeniden keşfetmek Bu olmalı,bu sabah güneş doğarken. |
Önümüzdeki sofrada bizi bekleyen kandırılmamış
Egzoz kirliğinde nefesimizin boğduğu biz
Uyanma vaktinde.
Mutlaj bir yol olmalı evet. tebrikler kalem dostu