ORTALIKTA ÖLÜ KOKUSU
eğer gölgeni düş kırıklarıma düşürebilirsen, protez duygularıma kiracı yaparım seni’’ dedi...
evet solundan kaza yapmış bir insanın olay anı emanetçisi rolündeydim... aşk en başından başlamıştı yani mızıkçılığa. başkasının bıraktığı yaranın merhemi yapılmaya hazır hammadde gibi yoğuruyordum kendimi... yüzüme asılmış sahte gülücükleri emanet verircesine dağıtıyordum, ayrılık sendromuna doktor bellendiğimden habersizce yüreğimin ömürlük duygularını sunuyordum onlara... ucuz malın talibi çok olurdu zaten... karşımdaki insanın önceden hazırlanmış bir senaryonun başrol oyuncusu olduğunu anlamamıştım figüranlığa alışmış tavırlarım ve kaybetme korkusuyla kendini ele veren cümlelerim en başından yüzünü kızartıyordu duygularımın... adı aşk’tı, başka ne bu kadar güzel oynatabilirdi ki bu filmi, adı aşk olsa gerekti... başka ne ayrılık sonrası böyle acı enjekte eder ki damarlarıma ? evet bu, aşkın ikinci yüzüydü... labirentte yolunu kaybetmişçesine saldırgan sözleri, çarptıkça kulak dozum haddini aşıyordu... deli gömleği giydirilerek başlanan bu aşkta ellerimiz birleşmeye başlamıştı bir sahil kentinin, dalgalara meydan okuyacak en ihtişamlı yerinde oturduk, esen rüzgar, saçlarının vuslatını yaşatıyordu yüzüme, kızaran yüzüme aldırmadan gözlerine baktım ’’seviyorum’’ dedim, daha ilk hecesindeyken ben, onun yüzündeki müebbet umutsuzluk tokat oldu saçlarının şefkatini hisseden yanağıma... devam ediyordum ’’seviyorum seni’’ dedim... yılgınlaşmaya başlayan sesim nefessiz kaldı, sustum. rüzgar hırçınlığını arttırıyordu... hadi bir şey söyle diye yalvaran gözlerim baktığı yere ışık oluyordu. sustu gözlerini denizin uç noktasına dikti sözlerini yüreğimin orta yerine... ’’gözlerinin mavisine kanacak olsaydım bakışlarımı gökyüzüne odak düşerdim...’’ sözleri ağırlaşmasın diye daha sıkı tuttum elini ama devam ediyordu hem sözleri hem de rüzgar... ’’rüzgarlarıma gül olmaya kalkma dedi, enerjimi ayrılıklara adarım.. ve öyle bir giderim ki senden ayrılığın hayasını yırtarım...’’ bilemedim yorgun bıraktığı her sevdaya bir adak kestiğini evet sıradaki kurban bendim, çünkü iki tarafı körelmiş bıçak gibiydi sözleri ‘’herkes bir yana sen bir yanasın diyordu, ve sonunda herkes bir yana sen bin yana/sın dedi... yaktı da zaten... günler birbirinin sırtına tekme atıyordu, itekleyerek geçiyordu hayat işte... en suskun gecelerde sokak lambalarını dost edinerek, biraz dostlarıma biraz da kağıtlara sen kusuyordum sonra onlarda da sen varsın diye hepsine küsüyordum... günaydınlar yoktu sabahlarımda çünkü onsuz aydınlık olmuyordu günlerim... kahvaltı kelimesinin anlamı bile boşluğa düşmüştü beynimden, kelimeler yoktu ki zaten. bir tek ’o’ diyebiliyordum çünkü başkasına laldı dilim.. suskunluklarım çoğaldıkça volkanım patlayacak sanıyordum, bu yangını dindirmek için yine o sahil kentinin yollarına vuracaktım kendimi, ama gözyaşlarımı kıskanan bir yağmur dövüyordu yeryüzünü, günlerdir sarıldığım yastığımı yatağımın üzerine bırakıp kapının üstüne iliştirilmiş aynada kurumuş dudaklarımın beyazlığına baktım kendimi sokağa attım evet oradaydı hem yağmura hem dalgalara meydan okumaya devam ediyordu bensiz, adımlarım sustu, bana ne okuyacaktı acaba? paçalarımdan damlayan yağmur kirpiklerime düşüyordu kızarmış gözlerime ve beyaz dudaklarıma aldırmadan yanına yaklaştım, bir ölü kokusu vardı yanında birini daha kurban etti düşüncesiyle etrafa bakınırken, dur dedi yine en uç noktasındaysı bakışları denizin görüyor musun dedi? sustum ne görüyorsun dedi, cümlelerimle biraz etkilerim düşüncesiyle ’’bizi görüyorum, Allah yağmurlarında bizi çizmiş, denizi ayağımıza sermiş, ve tüm kainatı şahit kılmış dansımıza...’’ gözlerini birden bana dikti sustum, bakışlarını ayaklarımdan saçımın ucuna kadar getirdi ve titrek bir gülümsemeyle: bu kadar mı? dedi hayır dedim seviyorum seni o kadar... evet sonunda sesim kesilmeden gözlerim dolmadan ve haykırırcasına demiştim bunu... ama arkasına döndü gidiyordu, rüzgar hala esiyordu, ve ölü kokusu sarıyordu bedenimi o uzaklaştıkça... sevgiyi nasıl yok sayarsın dedim ’’bazen sevmek yetmiyor’’ dedi, bunun bir veda konuşması ve bahane olduğunu anlamıştım... sinirlendim ’sevmediğini biliyorum bana yalan sevgini bahane sunma’ dedim.... ’’ben zaten senin sevgini söylemiştim’’ dedi ve sustum... rüzgar esiyordu ve ortalık hala ölü kokuyordu... Fatih AKTAŞ . . . |