(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Arınacaktım! şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Arınacaktım! şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Can kardeşim benim... Ne güzel yakışmış kırmızı kordela harika şiirine... Kusursuz tekniği ve etkili içeriği ilemükemmel bir şiir, yürekten kutluyorum, alkışlıyorum, selamlar...
Allah bu duyguyu---arınmak---- herkese nasp eder inşallah. Önemli olan sizin de yazdığınız gibi şeytan ve nefis düşmanına galip gelmek. Bunun için de ne güzel bir duayla Hak ka teslim olmuşsunuz.
Çok beğendim gönülden dizelere dökülen duyguları.Güçlü kaleminizi ve İnançlı gönlüzü Candan kutluyorum.
Şiir hakettiği ödülü almış.Başarılarınızın devamını diliyor,arınmış pak gönlünüze selam sevgilerimi gönderiyorum.Allaha emanet olun kardeşim.
Çok güzel bir şiir güzel kızım şiirini okuyanlardan seni tanıyan abilerin ablaların vardır isterdimki herkes seni tanısın kim olduğunu nasıl yetiştiğini ben inanıyorumki gökkubede bir gün bir kapı açılacak ve bütün dileklerin kabul olacaktır senin gibi bir kızım olmasını çok isterdim var ol nur ol ALLAH a emanet ol
İyi niyetle yapılan herşey dikkate alınması gereken öneme sâhiptir. Niyet hâlis olunca hata bile yapılsa şüphesiz onda bir bereket hâsıl olur.
K.Kerim'de bazı kelimeler sözlük anlamlarından çok ( kelime anlamları) Istılâhı anlamları ile tefsir edilir. Şüphesiz Allah (cc) her şeye gücü yeten, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan ve hiçbir şeye benzemeyendir. Meselâ, Muhammed Sûresi 7. Âyetin meali şöyledir.
” - Ey iman edenler siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sâbit kılar.”
Buradan şunu mu anlamalıyız? “ Allah’ın yardıma ihtiyacı var ” Hâşâ! Yüce Rabbimiz yardıma ihtiyacı olmayandır elbette. Elmalılı Muhammed Hamdi bu âyeti şöyle tefsir ediyor:
“ Ey iman edenler siz Allah'a yardım ederseniz, Allah Teâlâ kendisi ihtiyaçtan münezzeh yardımcı olduğu için burada Allah'a yardım ifadesi emrini tutmak dinine ve Resulüne yardım etmek mânâsından mecazdır. Bunun asıl nüktesi şudur: Dinî fiiller zorla değil, kulların iradeleriyle yapılması matlub olan ihtiyarî yani isteğe bağlı fiillerdir. Onun için kulun cüz'î iradesi harekete geçmeden istenen netice ve sevap meydana gelmez. O hususta ilâhî irade kulların niyet ve isteklerine bağlıdır. İşte bu şekilde Allah'ın emirlerini yerine getirmek için kulların cüz'î iradelerini sarfetmekle yapacakları hizmetlerine, Allah'a yardım denilmiştir ki isnadda mecaz, yahut istiaredir. Yani imandan sonra siz, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, rızasına ermek için size şart kılmış olduğu niyet ve gayretlerinizi sarfetmek suretiyle dinine hizmet edersiniz. Allah size yardım eder, sizi düşmanlarınıza galip ve muzaffer kılar. Ve ayaklarınızı sıkı bastırır. Savaş alanlarında, cihad mevkilerinde ayaklarınızı kaydırmaz ve metanetle sizi üstün kılar.”
Bahsedilen (Allah’ın eli ) ifadesi, Fetih Sûresi 10. âyette geçmektedir. Bu âyet Hudeybiye Musalahası’na atıf yapan bir âyettir. Biat eden Müslümanlar ellerini Resulullah’ın elinin üzerine koyarak söz vermişlerdir. Şekli olarak sanki o ellere atıf yapılarak “ en üstte de Allah’ın eli vardır ve sözünüzü duymuş ve şâhittir “ gibi bir anlam akla getirse de İbni Kesir şöyle tefsir etmektedir:
“ Muhakkak ki sana bî'at edenler; ancak Allah'a bî'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Onun için kim ahdini çözerse, ancak kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse; ona da Allah büyük bir ecir verecektir. Sana Bî'at Edenler Allah Teâlâ, peygamberi Muhammet! (s.a.)e hitaben buyurur ki: «Muhakkak ki Biz, seni (yaratıklara) şâhid, (mü'minlere) müjdeleyici ve (kâfirleri) uyarıcı olarak gönderdik.» Bu âyet-i kerîme'nin tefsiri daha önce Ahzâb sûresinde (âyet 45) geçmişti. «Allah'a ve peygamberine îmân edesiniz, O'na yardım edesiniz.» İbn Abbâs ve birçokları âyette yardım etme anlamına gelen kelimeyi ta'zîmde bulunmak şeklinde açıklıyorlar. Yine âyet-i kerîme'deki «Ve saygı gösteresiniz» anlamındaki fiil; hürmet gösterme, ta'zîmde bulunma ve yüceltme anlamına-dır. «Sabah akşam; (günün başlangıcında ve sonunda) O'nu (Allah'ı) tesbîh edesiniz.» Daha sonra Allah Teâlâ yine Rasûlü (s.a.)ne hitaben ve onu şereflendirerek sânını yüceltip: «Muhakkak ki sana bî'at edenler; ancak Allah'a bî'at etmektedirler.» buyurmaktadır. Başka bir âyet-i kerî-me'de ise: «Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur.» (Nisa, 80) buyrulur. «Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir.» Allah Teâlâ onlarla beraber hazır bulunmaktadır. Onların sözlerini işitmekte, yerlerini görmekte, içlerini ve dışlarını bilmektedir. Rasûlü (s.a.) vâsıtası ile gerçekte bî'atleşen bizzat Allah Teâlâ'nm kendisidir. Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de de şöyle buyrulur: «Muhakkak ki Allah, mü'minlerin mallarını ve canlarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar; öldürürler ve öldürülürler. Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kendi üzerine hak bir vaaddir. Kim Allah'tan daha çok ahdini yerine getirebilir? Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin. En büyük kurtuluş işte budur.» (Tevbe, 111). İbn Ebu Hâtim'in Ali İbn Hüseyn kanalıyla... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) : Her kim Allah yolunda kılıcını sıyırırsa, şüphesiz Allah'a bî'at etmiştir, buyurmuştur. Yine İbn Ebu Hâtim'in, babası kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) Hacer'ül-Esved hakkında şöyle buyurmuş: Allah'a yemin ederim ki Allah onu kıyamet günü bakacağı iki gözü, konuşacağı lisânı olduğu halde hasredecek ve o da gerçekten onu istilâm edenler hakkında şehadette bulunacaktır. Kim Hacer'ül-Esved'i istilâm etmişse, şüphesiz Allah'a bî'at etmiştir. Sonra Allah Rasûlü: «Muhakkak ki sana bî'at edenler; ancak Allah'a bî'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir.» âyetini tilâvet buyurmuştur. Yine bu sebeple burada da şöyle buyrulur: «Onun için kim ahdini çözerse, ancak kendi aleyhine çözmüş olur.» Ahdinden dönmesinin vebali yine ancak kendisine döner. Allah ondan müstağnidir. «Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse; ona da Allah büyük bir ecir (ve bol bol sevâb) verecektir.» Bu bî'at, bî'at'ür-Rıdvân denilen bî'attır. Hudey-biye'deki bir devedikeni altında meydana gelmiştir. O gün Allah Rasûlü (s.a.) ile bîatleşen sahabenin sayısı hakkında bin üç yüz, bin dört yüz ve bin beş yüz rakamları verilmiştir ki bu üç rakamın ortası sahîh olandır. Buhârî der ki: Bize Kuteybe'nin... Câbir'den rivayetine göre o : Bizler Hudeybiye günü bin dört yüz kişiydik, demiştir, Hadîsi Müslim de Süfyân İbn Uyeyne kanalıyla rivayet etmiştir. Yine Buhârî ve Müslim'in A'meş kanalıyla... Câbir'den rivayetine göre o, şöyle diyor: O gün bizler bin dört yüz kişiydik. Allah Rasûlü (s.a.) elini o su (Hudeybiye kuyusunun suyu) üzerine koydu da parmakları arasından su fışkırdı, tâ ki hepsi suya kanıncaya kadar. Hudeybiye günü ashabın susamasına dâir anlatılan kıssanın diğer bir rivayetinin muhtasar şekli budur. Allah Rasûlü (s.a.) sadağından bir oku ashabına vermiş, onlar bu oku Hudeybiye kuyusuna atmışlar da kuyudan hepsine yetecek kadar su kaynayıp suyla dolmuş, Câbir'e: O günde kaç kişiydiniz? diye sorulmuş da o şöyle cevablamış: Bizler bin dört yüz kişiydik. Şayet yüz bin kişi bile olsaydık su yine de bize yeterdi. Buhârî ve Müslim'de Câbir'den gelen bir rivayette ise, onların sayısı bin beş yüz olarak verilmiştir. Buhârî'nin Katâde'den rivayetine göre; o, şöyle diyor: Saîd İbn Müseyyeb'e: Rıdvan bî'atında hazır bulunanlar kaç kişiydiler? diye sordum, on beş kere yüz diye cevabladı. Ben de derim ki: Câbir İbn Abdullah (r.a.): Bin dört yüz kişiydiler, demiştir. Katâde ise bunun bir vehim olduğunu ve Saîd İbn Müseyyeb'in onların sayısını, bin beş yüz olarak verdiğini söylemektedir. Beyhakî der ki: Bu rivayet Câbir 'in önceleri sayıyı bin beş yüz olarak verdiğine delâlet etmektedir. Sonra râvî vehmi zikredip onun, sayıyı bin dört yüz olarak verdiğini söyler. Avfî'nin İbn Abbâs'tan rivayetine göre onlar bin beş yüz yirmi beş kişi imişler. Halbuki birçoklarının İbn Abbâs'dan rivayet etmiş oldukları meşhur olan habere göre onların sayısı bin dört yüzdür. Beyhakî'nin Hâkim kanalıyla... Saîd İbn Müseyyeb'den, onun da babasından rivayetine göre; o, şöyle diyor: Ağacın altında Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber bin dört yüz kişiydik. Seleme İbn Ekvâ, Ma'kıl İbn Yesâr ve Berâ İbn Âzîb'den de aynı şekilde rivayet edilmiştir. Meğâzî ve Siyer kitabları müelliflerinin birçoğu da böyle söylemektedir. Buhârî ve Müslim'in .Şu'be kanalıyla... Abdullah İbn Ebu Evfâ'dan rivayetle tahric ettikleri bir hadîste o, şöyle diyor; Ashâb-ı Şecere bin dört yüz idi. Eşlem kabilesi o günde muhacirlerin sekizde birini teşkil ediyordu. Muhammed îbn İshâk'ın es-Sîre'sinde Zührî kanalıyla... Misver İbn Mahrame ve Mervan îbn Hâkemden rivayetine göre, o ikisi şöyle anlatıyorlar: Hudeybiye senesi Allah Rasûlü (s.a.) Beytullah'ı ziyaret maksadıyla çıkmıştı. Maksadı savaş değildi. Yanında yetmiş deveyi kurbanlık olarak çıkardı. İnsanlar yedi yüz kişiydiler. Her bir deve on kişi için kurbân olacaktı. Bana Câbir İbn Abdulİah'dan rivayetle ulaştığına göre o: Hudeybiye ashabı olan bizler, bin dört yüz kişi idik, dermiş. İbn İshâk böyle diyor. Bu rivayet ise onun vehimlerinden sayılmaktadır. Buhârî ve Müslim'deki hadîslerde mahfuz olan ise, onların (ashâb-ı Şecere'nin) bin küsur kişi olduğudur. Muhammed İbn îshâk İbn Yesâr es-Sîre'de der ki: Sonra Allah Rasûlü (s.a) Mekke'ye göndermek üzere Ömer İbn Hattâb'ı çağırdı. O Allah Rasûlü (s.a.)nün niçin geldiğini Kureyş eşrafına bildirecekti. Hz. Ömer: Ey Allah'ın elçisi, Kureyş'in bana bir kötülük yapmasından korkarım. Mekke'de Adiyy İbn Kâ'b oğullarından beni koruyacak kimse yok. Şüphesiz Kureyş benim onlara olan düşmanlığımı ve sertliğimi bilmektedir. Fakat ben sana orada benden daha değerli tutulacak birisine delâlette bulunayım: O, Osman İbn Affân'dır, demişti. Allah Rasûlü Hz. Osman'ı Ebu Süfyân ve Kureyş eşrafına gönderdi. Hz. Osman onlara Hz. Peygamber'in savaş için gelmediğini, Beytullah'ı ziyaret etmek ve onun haremine ta'zîmde bulunmak üzere geldiğini bildirecekti. Hz. Osman Mekke'ye doğru yola çıktı. Mekke'ye girdiği zaman veya girmeden hemen önce Ebân İbn Saîd İbn Âs'a rastladı. Ebân onu binitinin önüne bindirdi, sonra da Allah Rasûlü (s.a.)nün emrini ulaştırıncaya kadar onu himayesine aldı. Hz. Osman, Ebu Süfyân ve' Kureyş büyüklerinin yanma gitti. Onlara Allah Rasûlü (s.a.)nün, beraberinde göndermiş olduğu emri tebliğ etti. Hz. Osman, Allah Rasûlü (s.a.) nün kendilerine olan mesajını bitirdiğinde Hz. Osman'a: Şayet sen Beytullah'ı tavaf etmek diliyorsan tavaf et, dediler. Hz. Osman: Allah Rasûlü (s.a.) onu tavaf etmedikçe elbette ben de tavaf edecek değilim, dedi- Kureyş Hz. Osman'ı yanlarında hapsetti. Bu Allah Rasûlü (s.a.) ve müslüman-lara Hz. Osman'ın katledildiği şeklinde intikâl etti. İbn îshâk der ki: Abdullah İbn Ebu Bekr bana şöyle anlattı: Allah Rasûlü (s.a,) ne Hz. Osman'ın katlolunduğu haberi ulaştığı zaman: Toplulukla savaşmadıkça asla yerimizden ayrılmayacağız, buyurdu ve insanları bî'at etmeye çağırdı. Rıdvan bî'atı ağacın altında oldu. İnsanlar Allah Rasûlü (s.a.)e ölüm üzerine bî'at ediyorlardı. Câbir İbn Abdullah ise: Şüphesiz Allah Rasûlü (s.a.) onlarla Ölüm üzerine bî'atlaşmadı. Fakat biz onunla, kaçmayacağımıza dâir bî'atlaştık, dermiş. İnsanlar Allah Rasûlü (s.a.) ile bî'atlaştı, orada hazır bulunan müslüman-lardan Seleme oğullan kardeşi Cedd İbn Kays dışında hiç kimse bî'attan geri kalmadı. Câbir şöyle dermiş: Allah'a yemîn ederim ki ben sanki şu anda ona bakar gibiyim: Devesinin koltuğunun altına sokulmuş, yere yapışmış ve deveyi insanlardan kendine bir siper yapmış duruyordu. Daha sonra Allah Rasûlü (s.a.)ne Hz. Osman'ın durumuyla ilgili haberin yalan olduğu haberi geldi. îbn Lehîa da Esved kanalıyla Urve İbn Zübeyr'den yukardakine benzer ifâdelerle hâdiseyi anlatmaktadır. Onun ifâdelerinde şu fazlalık vardır: Kureyş'liler Hz. Osman'ı da yanlarına katarak Süheyl İbn Amr, Huveytib İbn Abdüluzzâ ve Mikrez İbn Hafs'ı Allah Rasûlü (s.a.)ne gönderdiler. Onlar müslümanların yanlarında iken birden bazı müslüman-larla müşrikler arasında bir söz atışı başladı ve birbirlerine ok ve taş attılar, her iki grup da bağrışarak yanlarında bulunan elçileri rehin aldılar. Allah Rasûlü (s.a.)nün münâdîsi: Şüphesiz Ruh el-Kudüs Allah Rasûlü (s.a.)ne inmiş ve bî'atla emretmiştir. Allah'ın ismi üzere çıkın ve bî'at edin, diye seslendi. Allah Rasûlü (s.a.) ağacın altında iken müs-lümanlar ona doğru yürüyüp asla kaçmayacaklarına dâir ona bî'at ettiler. Bu müşrikleri korkuttu ve yanlarında bulunan müslümanlan göndererek mütâreke ve barış istediler. Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî der ki: Bize Ali îbn Ahmed îbn Ab-dân'm... Enes îbn Mâlik'den rivayetle haber verdiğine göre; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) Rıdvan bî'atını emrettiğinde Osman İbn Affân Allah Rasûlü (s.a.) tarafından Mekke'lilere elçi olarak gönderilmişti. İnsanlar bî'at ettiler. Allah Rasûlü (s.a.) : Ey Allah'ım, şüphesiz Osman Allah'ın ve Rasûlü'nün bir haceti için gitmişti, deyip iki elinden birini diğerine vurdu. Allah Rasûlü (s.a.)nün eli Hz. Osman için onların ellerinin kendilerine olduğundan daha hayırlı idi. İbn Hişâm der ki: Güvendiğim birisinin kendi isnadı ile rivayet eden birisinden naklettiğine göre... İbn Ömer şöyle demiştir: Allah îlasûlü (s.a.) Hz. Osman için bî'at edip ellerinden birisini diğerine koydu (vurdu). Abdül-melik İbn Hişâm'ın Vekî, kanalıyla... Şa'bî'den rivayetine göre Rıdvan bî'atında Allah Rasûlü (s.a.) ile bî?atlaşanların ilki Ebu Sinan el-Esedî'-dir. Ebu Bekr Abdullah İbn Zübeyr el- Humeydî der ki: Bize Süfyân'm... Şa'bî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) insanları bî'ata davet ettiğinde efendimize ulaşan ilk kişi Ebu Sinan olmuştur. Uzat elini, sana bî'at edeyim, dedi. Hz. Peygamber (s.a.): Ne üzere benimle bî'atlaşacaksın? diye sordu da Ebu Sinan : Senin gönlünden geçen şey üzerine, dedi. Bu Ebu Sinan Esed kabilesinden Vehb'dir. Buharî der ki: Bize Şücâ' İbn Velîd'in... Nâfi'den rivayetine göre o, şöyle diyor: İnsanlar İbn Ömer'in Hz. Ömer'den önce müslüman olduğundan bahsediyorlar, halbuki bu böyle değildir. Hz. Ömer Hudeybi-ye günü Abdullah'ı, ansâr'dan birisinin yanında bulunan atını, savaşmak üzere getirmesi için göndermişti. Bu arada Allah Rasûlü (s.a.) ağacın yanında bî'atlaşıyordu ve Hz. Ömer'in bundan haberi yoktu, Abdullah, Önce Allah Rasûlü (s.a.) ile bî'atlaştı, sonra Hz. Ömer'in kısrağına binip onu Hz. Ömer'e getirdi, Hz. Ömer savaş için silâhlarım kuşanıyordu ki oğlu Abdullah kendisine Allah Rasûlü (s.a.) nün ağacın altında bî'atlaştığmı haber verdi. Hz. Ömer de gidip onunla beraber Allah Rasûlü (s.a.)ne bî'at etti. İşte insanların İbn Ömer'in, babası Hz. Ömer'den önce müslüman olduğuna dâir anlattıkları hâdise aslında budur. Sonra Buhârî der ki: Hişâm İbn Ammâr'ın... İbn Ömer'den rivayetine göre; Hudeybiye günü insanlar, Allah Rasûlü (s.a.) ile beraberken ağaçların gölgeleri altına dağılmışlardı. İnsanlar Hz. Peygamber (s.a.)in etrafında çevrelendikleri zaman Hz. Ömer: Ey Abdullah, bak bakalım insanlar Allah Rasûlü (s.a.)nün çevresinde niçin toplanmışlar? dedi. Oğlu insanların Hz. Peygambere bî'at etmekte olduklarını gördü, önce bî'at etti, sonra da Hz. Ömer'in yanma döndü. Hemen peşinden Hz. Ömer de çıkıp bî'at etti. Beyhakî de hadîsi Ebu Amr el-Edîb kanalıyla... Velîd İbn Müslim'den müsned olarak rivayetle zikretmiştir. Leys'in Ebu Zübeyr'den, onun da Câbir'den rivayetine göre o, şöyle diyor: Bizler Hudeybiye günü bin dört yüz kişi idik, Allah Rasûlü (s.a.)ne bî'at ettik. Hz. Ömer Allah Rasûlü (s.a.) nün elini Akasya ağacının altında tutmuş ve Rasûlullah'a bî'at etmişti. Bizler kaçmayacağımıza dâir Allah Rasûlü (s.a.) ile bî'atlaştık. Onunla ölüm üzere bî'atlaşmadık. Hadîsi Müslim de Kuteybe'den rivayet etmiştir. Yine Müslim'in Yahya îbn Yahya kanalıyla... Ma'kıl îbn Yesâr'dan rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Ağaç altında insanların Allah Rasûlü (s.a.) ile bi'atlaştığı manzara sanki gözümün önünde: Ben Allah Rasûlü (s.a.) nün başının üzerine sarkan ağacın dallarından birini kaldırmaktaydım. Bizler on dört kere yüz (bin dört yüz) kişi idik. Rasûlullah ile ölüm üzere bî'atlaş-madık. Aksine biz onunla, kaçmayacağımıza dâir bî'atlaştık. Buhârî'nin Mekkî İbn îbrâhîm kanalıyla... Seleme İbn Ekvâ'dan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Ağacın altında Allah Rasûlü (s.a.) ile bî'atlaştım. Râvî Yezîd der ki: Ey Müslim, o gün ne üzerine bî'at etmiştiniz? diye sordum o: Ölüm üzere diye cevabladı. Yine Buhârî'nin Ebu Âsim kanalıyla... Seleme'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Hudeybiye günü Allah Rasûlü (s.a.) İle bî'atlaştım, sonra bir kenara çekildim. Ey Seleme, bî'at-laşmayacak mısın? buyurdu, ben: Bî'sft .etmiştim, dedim. Gel, bî'at et buyurdu. Yaklaştım ve Rasûlullah'a bî'at ettim. Râvî Yezîd İbn Ebu Ubeyd der ki: Ey Seleme, Peygamberimize ne üzerine bî'at ettin? Diye sordum, ölüm üzere, dedi. Hadîsi Müslim de başka bir kanaldan olmak üzere Yezîd İbn Ebu Ubeyd'den tahrîc etmiştir. Buhârî'nin Abbâd İbn Temîm'den rivayetine göre de onlar Allah Rasûlüne ölüm üzerine bî'at etmişlerdir. Beyhakî der ki: Bize Ebu Abdullah el-Hâfız'ın... Seleme İbn Ekvâ'-dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber Hudeybiye'ye geldik. Biz on dört kere yüz (bin dört yüz) kişiydik. Hu-deybiye kuyusunun başında elli koyun vardı ki, su onlara yetmemişti. Allah Rasûlü (s.a.) kuyunun çevresine oturdu. Ya dua etti, ya da içine tükürdü de suyu çoğalıp kabardı, hem su içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Râvî anlatmaya şöyle devam eder: Sonra Allah Rasûlü (s.a.) ağacın altında bî'ata davet etti. İnsanların ilki olarak onunla bî'atlaş-tım, sonra peşpeşe bî'at etmeye başladılar. Nihayet Allah Rasûlü (s.a.): Ey Seleme, bana bî'at et, buyurdu. Ben: Ey Allah'ın elçisi, ben herkesten önce bî'at etmiştim, dedim. Allah Rasûlü : Yine bî'at et, buyurdu. Allah Rasûlü (s.a.) beni silâhsız olarak gördü ve deriden bir kalkan verdi. Sonra insanlar bî'at etmeye devam ettiler. Bî'atlaşmanın sonunda Allah Rasûlü (s.a.): Ey Seleme, sen bî'at etmiyor musun? diye sordu. Ben: Ey Allah'ın Rasûlü, ben sana insanların başında ve ortasında bî'at etmiştim, dedim. Yine bî'at et, buyurdu ve onunla üçüncü defa bî'atlaş-tım. Efendimiz: Ey Seleme, sana vermiş olduğum kalkanın nerede? diye sordu. Ben: Ey Allah'ın elçisi, Âmir benim yanıma silâhsız olarak uğradı da kalkanı ona verdim, dedim. Allah Rasûlü (s.a.) güldü. Sonra da: Şüphesiz sen, ilk defa: Ey Allah'ım, bana kendimden daha sevgili olan bir dost ver, diyen gibisin, buyurdu. Râvî devamla şöyle anlatır : Sonra Mekke halkından müşrikler barış için bize elçi gönderdiler. Sonunda biz birbirimize gidip geldik ve aramızda barış oldu. Ben, Talha İbn Ubeydullah (r.a.)ın hizmetçisi idim. Kısrağım sular ve tımar eder, Talha'nın yemeğinden yerdim. Allah ve Rasûlüne hicret ederek ailemi ve malımı terketmiştim. Biz Mekke halkı ile barış yapıp^da birbirimize karıştığımızda bir ağacın yanma geldim, altındaki dikenleri temizledim sonra da gölgesine yattım. Mekke müşriklerinden dört kişi yanıma gelerek Allah Rasûlü (s.a.) hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Onlara kızarak oradan ayrıldım ve başka bir ağacın altına gittim. Silâhlarını ağaca asıp uzandılar. Onlar bu durumdalarken vadinin alt tarafından birisi: Ey muhacirler, imdada koşun, İbn Züneym öldürüldü, diye nida etti. Kılıcımı sıyırdım ve uyumakta olan o dört kişinin üzerine yürüdüm, silâhlarım aldım ve bir elimde topladım. Sonra da : Muham-med'in yüzünü şereflendiren Allah'a yemîn ederim ki sizden her kim başını kaldıracak olursa kafasını kopannm, dedim. Sonra onları sürüp Allah Rasulû (s.a.)ne getirdim. Amcam Âmir de Abelât kabilesinden ve müşriklerden olan Mikrez adında birini sürükleyip getirmişti. Yetmiş müşriki Allah Rasûlü (s.a.)nün huzurunda diktik. Allah Rasûlü (s.a.) onlara baktı ve: Onları bırakın ki bu, onlar için günahkârlığın başlangıcı ve iki ucu olsun, buyurdu ve Allah Rasûlü (s.a.) onları affetti. Allah Teâlâ da: «Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'-dur...» (Fetih, 24) âyetini indirdi. Müslim de hâdiseyi yukardaki gibi veya ona yakın şekilde İshâk İbn İbrahim İbn Rahûyeh'ten onun isnadı ile rivayet etmiştir. Buhârî ve Müslim'de Ebu Avâne kanalıyla... Saîd îbn Müseyyeb'den rivayete göre o, şöyle demiştir: Babam ağacın altında Allah Rasûlü (s.a.) ne bî'at edenlerdendi. Bir sonraki sene haccetmek üzere gittik. Fakat o ağacın yeri bize gizlendi (tanımadık). Şayet sizin için belirtilmiş olsaydı siz onu bilirdiniz. Ebu Bekr el-Humeydî der ki: Bize Süfyan'ın... Câbir'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.) insanları bî'at etmeye çağırdığında bizden Cedd İbn Kays denilen birisini devesinin ayağının altına saklanmış olarak bulduk. Hadîsi Müslim de İbn Cüreyc kanalıyla İbn Zübeyr'den rivayet etmiştir. Yine Hu-meydî der ki: Bize Süfyân'ın... Câbir'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor: Hudeybiye günü bizler bin dört yüz kişi idik. Allah Rasûlü (s.a.) bize: Sizler bugün yeryüzü halkının en hayırlılarısınız, buyurdu. Câbir der ki; Şayet ben görmüş olsaydım size o ağacın yerini gösterirdim. Süf-yân da şöyle diyor: Şüphesiz onlar o ağacın yerinde ihtilâf etmişlerdir. Bu haberi Buhârî ve Müslim, Süfyân kanalıyla tahrîc etmişlerdir. İmâm Ahmed der ki: Bize Yûnus'un... Câbir'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ağacın altında bî'at edenlerden hiç kimse cehenneme girmeyecektir. İbn Ebu Hâtim'in Muhammed îbn Hârûn kanalıyla... Câbir'den rivayetine göre o, şöyle anlatıyor : Allah Rasûlü (s.a.) : Ağacın altında bî'at edenlerin tamâmı —şu kızıl devenin sahibi dışında— cennete girecektir, buyurmuştur. Biz onu çabucak getirmek üzere gittiğimizde devesini kaybetmiş bir adamla karşılaştık ve : Gel, bî'at et, dedik. Devemi bulmam bana bî'at etmemden daha sevimlidir, dedi. Ab.dullah îbn Ahmed der ki: Bize Ubeydullah İbn Muâz'ın... Câbir'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den rivayetine göre o: Kim Mürar tepesine tırmanırsa şüphesiz îsrâiloğullarından indirilen (affolunan günâh) ondan da indirilip affolunur, buyurmuştu. Oraya ilk çıkan Hazrec oğullan atlıları oldu. Daha sonra insanlar oraya koşuştular. Allah Rasûlü (s.a.): Şu kırmızı devenin sahibi dışında hepiniz bağışlandınız, buyurdu. Bizler: Gel, Allah'ın elçisi se,nin İçin mağfiret dilesin, dedik. Allah'a yemîn ederim ki yitiğimi bulmam bana arkadaşınızın benim için istiğfar etmesinden daha sevimlidir, dedi. Bir de baktık yitiğini arayan bir adammış. Hadîsi Müslim de Ubeydullah'-tan rivayet ediyor. İbn Cüreyc der ki: Bana Ebu Zübeyr'in haber verdiğine göre o, Câ-bir'i şöyle anlatırken işitmiş: Bana Ümmü Mübeşşir haber verdi ki O, Allah Rasûlü (s.a.)nü Hafsa'nm yanında : Ağacın altında bî'at edenlerden hiç kimse inşâallah cehenneme girmeyecek, buyururken işitmiş de: Evet öyle, girmeyecek ey Allah'ın elçisi, demiş. Allah Rasûlünün kendisini bu sözden men'etmesi üzerine bu sefer Hafsa'ya: «Sizden oraya (cehenneme) gitmeyecek hiç kimse yoktur.» (Meryem, 71) demiş, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.): Şüphesiz Allah Teâlâ : «Sonra Biz, takvaya erenleri kurtaracağız. Zâlimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.» (Meryem, 72) buyurmuştur, demiş. Hadisi Müslim rivayet ediyor. Yine Müslim'de Kuteybe kanalıyla... Câbir'den rivayet edilen bir hadise göre Hâtıb İbn Ebu Beltea'nın bir kölesi Hâtıb'ı şikâyet ederek gelmiş ve: Ey Allah'ın elçisi, hiç şüphe yok Hâtıb cehenneme girecek, demiş. Allah Rasûlü (s.a.) de şöyle buyurmuş: Yalan söyledin, o cehenneme girmeyecek. Zîrâ o, Bedir'de ve Hudeybiye'de bulunmuştur. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ, onları överek şöyle buyurur: «Muhakkak ki sana bî'at edenler, ancak Allah'a bî'at etmektedirler. Allah'ın eli onların elleri üstündedir. Onun için kim bu ahdi çözerse, ancak kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, ona da Allah büyük bir ecir verecektir.» Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerî-me'de de şöyle buyurur: «Andolsun ki, sana o ağacın altında bîat ederlerken Allah mü'minlerden hoşnûd olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş de onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetihle mükafatlandırmıştır.» (Fetih, 18). “
İnanıyorum ki şair arkadaşımız bu âyetin işaret ettiği anlama atıfta bulunmuştur.
Şiirin tekniğini bir yana bırakıyorum ki böylesi bir şiirde içerik önemlidir bence. E o da harikaydı, ne güzel Hakk yolu bulmak ve ona teslim olmak. Kutlarım. Selam ve sevgimle.
Beyazın içindeki siyak kılı bulmak kolay da; siyahın için de beyaz yaşamak o kadar da kolay değil.Allah yar ve yardımcın olsun.Hem söz hem de kalem de ustalaşman tefekkürde de en kısa zamanda olgunlaşacağın müjdesi gibi.Tebrikler..
ah canım kızım en başından beri beni hiç dinlemedin ki:)))) keşke herkes seni gibi olabilseydi. şakalar latifeler bir yana ama sen hepimizingözüne ve gönlüne mil çekebilmeyi, başarmış çağının engüzel örneklerinden birisin. şimarm sakın; senden aldığımız nice feyzler vardır bilmezsin. gipta etttiğimiz canımız dediğimiz ve ah kaşke onun kadar olabilseydik dediğimiz öyle güzel hasletlerimiz var ki bunları sana açıklamayız... bir kazan mıbir tepsi mi olur kara lahana dolmasına fit olmayı ümit ederiz... doğru yolda giderken himmetini biz zavallı edelerinden mahrum etme olur mu. mükemmelsin...bir tanesin ve öz kızımızsın sevgili esra....Rabbim yolunu açık eyleleye...