Zamansız ölüş..
Hani zamansız gelişler ve gidişler vardır
Tartışır durur insan, muallakmıdır.. Mutlakmıdır Bilinmezliğin derinliklerinden gelir.. Bu öyle bir haldir ki ; Namazı bitiripte dua etmeyen birini hatırlatır Yemeğin en güzelini yerken, genize kaçan ekmek tanesini Tam meyvaya dururken, soğuk vurmuş kaysı ağacı gibi Berzah da dolaşan yalnız seyyah misali Bir varmış, bir yokmuş sanki Kendi elleri ile boğar gecenin katranında, acı ile sevinci Bülbül’e fikretmeye çalışan gül dalı gibi ; Sen bana aşıksın ama, ben narin ve kırılganım Nasıl taşır senin ağırlığını bu naciz canım Sonra gecenin koynunda henüz semaya bakamadan büker boynunu da Kıyametini bekler.. Kim bilir... Belki cennet’te aşkı heceler Hani bir kız giyiverir ya sevda satenini allayarak, pulluyarak Halbuki bilmez ki ona yamalı pazen düşmüştür Aşk’ı yaşayacağım derken kafayı üşütmüştür İşte bütün bu haller, zamansız ölüştür Zamansız ölüş.. Kaç sefer öldüm zamanında zamansızca Kimi zaman bir sevdayı yamalarken Kiminde sahte mutlulukların deminde gülerken, ansızca Ölüverdim işte.. Öldürdüler kirli kalpliler umarsızca Yakamoz bakışlarım vardı benim, tıpkı gökkuşağı gibi Şimdi katranı andırıyor.. sanki karadelik Umutlarımı çekip hayallerimi yıkıyor, yüzümdeki iki gedik Ben.. Keşkelerin denizinde kulaç atan adam Pişmanlıkların kuyusunda inliyorum Herkese korkarak bakıyorum Budamı beni öldürecek diye Ah bir bilsen acıyı tarif etmenin kelimelere düşmediğini Ne noktanın, ne virgülün yetmediğini Şimdi sadece O’na sığınıyorum.. Zamansız ölmeyim diye.. |