20060927-esrarım
esrarım
-I- “kutsal bir metinden çalıntı düşleri artık kıblesini şaşırmış bir mürit gibi aranırım için için sezilen bir felaketi önleyememiş kahraman bozuntusu kisvesinde gece kuytularındaki dolanmalarından anlamalı kendi içine çökmüş üstüme gelişindeki cüretten ürkmeli duvarlarımın arkasına çekilip esrarımı korumalıydım seninle çarpışmamalıydım bir gece yarısı seninle örtüşmemeli öpüşmemeliydi gözlerim haddimi bilmek istemiyordum ki hiç işim olmamalıydı yeni çözümlemelerle sıradan bir hayata aday olmak için eksilttiğim onca kendimden sonra içimdeki gizil sürüngenin kuyruğuna basacağını aklını seveyim senin o cahil cesaretini kullanacağını nereden bilebilirdim ki uyutmak için onca cebelleştiğim sinir bozucu o boşamış olduğum kendimi yardımıma çağırmak zorunda bırakma beni küstahlığımın sınırlarına ve yaşamın dışına fırlattırma yeniden pireler için yorgan yakmaktan bıktım bu saatte çıkma karşıma “niye kimse anlamıyor beni” olmasın artık yeni kahramanlıklar yeni oyunlar oynamak istemiyorum bildiklerim yetiyor bana OLdum ben -II- “…ve büyü bozuldu” -derinlerindeki binlerce yıllık hazineleri önüme seren asla sonu gelmeyecek sonsuz katmanları olan kazdıkça zevkten dört köşe olduğum bir höyüktün- olsaydı ne güzel olurdu gençliğine rağmen biliyordun hayret nereden biliyordun sadece işimize gelmediğinde “mış” gibi yaparız oysa sahici bir intihara giden yol nereden başlar “onu da biliyordum” -bilinç kırılmalarının burgacındandı algılama sorunları yaşarken ben intiharın sahici yüzleriyle karşılaşmamak için arka sokaklardan dolanırdım ama o gece nedense sular çok karanlıktı ve ben ölebilecek kadar yaralı bir süre öyle karşılıklı bakıştık biri birimize atfettiğimiz onca anlamdan sonra ve ikinci kez biri birimizi affettik çok eski iki dost gibi vedalaşıp çıktık gecenin içinden -III- “…soul” hani o ellerin ellerimde gecenin bi yarısı iskelede karşılıklı büyülenmiş büyük bir hayretle biribirimizin gözlerinin içine dalmış kalmıştık ya enfesti sonra sen İstanbul taraflarında uzakça bir yerlere gittin sonra telefonların da ucunda birileri yoksa ne denli can sıkıcı olduklarını keşfettim sonra yol duvar olmuş bir türlü gökten elma düşmemişti derken günlerden bir gün o günmüş meğer sonra bir türküde nefeslerin karışması geçmişti de dipsiz bir espri yapmıştım ve bir gece yarısı nasıl olmuşsa bir nefese evrilmiştim sonra sana Hilmi “git”i çekmiştim de (*) bakışakalmıştık tamam tamam biliyorum sarhoştuk çok sarhoştuk çok çok hoştuk ertesi gün pişman olmayacağımız cümleler kurmayı beceremiyor ertesi günler biribirimizi nasıl karşılayacağımızı bilemiyorduk ve ertesi geceler sonunda kavga etmeden ayrılamıyor kendimizi neremize saklayacağımızı bilemiyorduk iyi ki sizler vardınız -IV- “…kötüyüm ben” karşılaşmalarımız birer meydan muharebesiydi biri birimizi ne denli yaralayabileceğimizi bilmeksizin öncesinde hiçbir tedbirin alınmadığı saçma bir rastlantıya dönüşüyordu gözlerimiz diğerini fark ettiğinde sonra sıradanların muhabbetiyle girizgah yapıyor biri birimizi kırmamak incitmemek için her defasında tedirgin ve ürkek el yordamıyla ilerliyorduk ne zaman ki konuşmalarımızda o büyümeye ayarlı gözlerin siyahın her tonunda bana ışıl ışıl bakmaya başladığında coşkunun koynuna süzülüyordum sonra ne oluyorsa oluyordu hep o kırılma anını kaçırıyordum bakışlarında belirmeye başlayan “bu da değil”mişler uçurumum oluyordu -ve ben susma beceriksizi özel değildim biliyordum özeldim biliyordum canlı hayvan borsasıydım her akşamüzeri bi alan bulunuyordu bıçaklanıp kesiliyor sonra da yenmeden etim murdar sokaklara yol kenarlarına atılıyordum sokak köpekleri bile burun kıvırıyordu en çok buna bozuluyordum her gece diyetimi ödüyor muhakkak kanımı akıtıyordum düzenli olmaya bayılıyordum her şey tastamam tam olması gerektiği yerde ve gibi ve beni gidi ikizler burcu kişilik yarılmam doğuştan gelen bi güzellikti başka kimseyi gerektirmeyen tek başıma da çoğuldum ki kendime hem baba hem oğuldum hem katil hem maktül “binlerce dansöz vardı” benim iki yüzüm olmuş çok mu -ne çok garanticiymişim meğer- şiddetle harcıyordum içimdeki veledi aklımı seveyim ihanetinde bile kutsanmış seremonik gerçekçi ve dehşetengiz akıldışı ve duyarlı sıradan ve kimliksiz bir yalan vardı yalanım vardı ne kimseden az ne de fazla katlanamazdım ki başka türlüsüne -V- “seni gizlimde gezdiremiyordum ne çok ürkmüştüm ne çok yardımıma koşan vardı ne vakit dilim sürçse iskender geliyordu mesela ibnenin allahı “yok abi o iş öyle değil” diyordu oysa puşt biliyordu sapına kadar her şey aslında tam da öyleydi ama iyi geliyordu yüreğimin kırılgan yerleri üşüdüğünde murathan geliyordu “ne o nurhan, bi derdin mi var?” onunla karşılaşmak bile başlı başına iyiydi, o bi taneydi “yok abi” diyordum “içimin yıkanmış taşlıklarında suyun serin tadı var, birazdan geçer” kim demiş “şiir kurtarmaz adamı” ne vakit başım sıkışsa dünyanın bütün şairleri imdada koşuyordu bütün şiirleri içimi ısıtıyordu -VI- “incinmiş halim en ince halimdi” kuyumcu ketumluğuyla işlenmiş şahane bir ölümü haketmiştim nurhan barut (*) hem acıyım hem acının |
ne vakit başım sıkışsa dünyanın bütün şairleri imdada koşuyordu
bütün şiirleri içimi ısıtıyordu
siiirle bir fazlasi.... bir ... bir .. bir fazlasi...
sairim gönlünüze saglik... siir okudum cok yasayin..
sevgimle....