Yaralı Sözler Sandığımdaİnsanlar sözden söze geçerken, ben içimdeki suskunluğun dilini arıyordum. İki insan bir yerde karşılaşıp ve akabinde güzel bir mekanda kahve içmeye oturduklarında başlıyorlardı konuşmaya. Orada onlar gibi bir sürü insanlar bulunuyordu ve onlarda sürekli konuşuyorlardı. Kahvenin içindeki şeker erirken,gümüş kaşıklara çarpan sözler fincandan çıkıp yükselen buhara karışıyordu. Sözler, soğuyup yok olan kahve buharı gibi duyulup yok oluyorlardı. Garsonun boşaltıp getirdiği kültablasında yok olan izmaritler gibi yok oluyordu sözler. İnsanlar ağızlarını boşaltıyordu. Durmadan. Sözler bir çiçek gibi,bir süre masanın ortasına konuyor ve hemen kaldırılıp atılıyordu. Ya renkleri gerçek olmuyor ya da şekilleri beğenilmiyordu. Kimi sözler hemen kapıdan dışarıya yoldan geçenlere atılıyordu. Ayaklar altına alınıp, camlara vuruluyordu. Ağıza alınan bir yudum kahve bir sözden daha uzun ömürlü olabiliyordu. İnsanlar acımasızdılar. Söylemeden önce ahengine taptıkları bir sözü ne çabuk dillerinden defedip, onları ne çabuk sahipsiz bırakıyorlardı. Kimileri duyulmadan söyleniyor ve en saf halleriyle bir öksüz çocuk gibi boşlukta kalıyorlardı. Ben bu sözleri topluyordum. Masa altlarından, kırıştırılmış peçetelerin içinden, yarım bırakılmış keklerin yanından alıyor ve dilini aramakta olduğum iç suskunluğuma veriyordum. İnsan dilinden yaralı bu sözleri, acı çeken bu harfleri sahipleniyordum. Ben bu konuşkan insanların döktüğü kelimeleri topluyordum. Ben bu konuşkan insanların yaralı bıraktıkları acı çeken harfleri topluyordum. Kahvenin hatırı var ama sözün hatırı yok anlaşılan. Dilimiz ne kadar keskin Allahım! Nerede bir insan konuşmaya başlasa ortalık bir savaş alanı ve bir sürü ölü, bir sürü yaralı. Kelimeler kan içinde. Hece hece duyuyorum. Dillerden akan kanın sızıntısını. Spikerin okuduğu haberden, tribünlerdeki taraftarın küfürlerine kadar. Siyasetçilerin verdiği demeçlerden, duvarcının türküsüne kadar. Hece hece sızlıyorum. Sahipsiz sözler cangılında aç kurtlar gibi diller. Ben iç suskunluğumun dilini arıyorum. Artık kök vermeyen yaşlı bir ağacın kuru dallarından topladığımız soluk yapraklar gibi sözler. Ne taze bir yas, ne de yemyeşil bir sevinç var söylediklerimizde, dilimiz kurumuş bir çöl gibi. Dilimiz terkedilmiş bir mezarlık gibi. Ölü şairlerin mezarlarının başucunda üreyip çoğalan yabanotlarından besleniyoruz. Yıpranmış deri kaplamalı kara kitapların, örümcek yuvalı sayfalarından besleniyoruz. Yarattığımız nesneler adsız kalıyor. Vururken canlı sözleri, koruyoruz leşini çıkardığımız söylemleri. Hece hece kuruyorum. Acı çeken harfler topluyorum. Kaybettiğiniz dilinizi aranırken, biliyorum ki size lazım olur. Bende olduğunu bilin yeter, onları sizin için saklıyorum. Yaralı sözler sandığımda. |