BABAMIN ÇARIKLARIÇocuktum, miniciktim, çok eskidendi; alabildiğine fakirlik-fukaralık vardı, Babam bağda, bahçede, tarlada çalışırken her zaman ayağına çarık giyerdi. Çok becerikliydi benim babam; çarıklarını dana derisinden kendi yapardı, Zaten hepi topu iki çift çarığı vardı, bazen birini, bazı gün diğerini giyerdi. Bazen çamur olur ıslanırdı çarıkları, onları yıkar, temizler gözü gibi bakardı, Bugün gibi hatırlıyorum dünleri; mevsim sonbahar günlerden de pazardı. Hava kasvetliydi; bulutlar kapkara olmuş, oradan oraya koşuşuyorlardı, Çok sıkılmış olmalı ki yürekleri, bir anda göz yaşları yağmur olup boşaldı. Babam tarlada öylesine ıslanmıştı ama son derece mutluydu, umutluydu. Ektiği ürünler yeşerip boy veriyordu, bazısı tomurcuk, bazısı çiçek doluydu. Yıllar kendileri gibi eskitmişti onu da yorgun bedeni direndikçe direniyordu, “Doğmak kadar, ölmekte mukadder“diyordu Ulu Çınar, ölümü umursamıyordu. Sonbahar bitmiş mevsim artık kıştı, hak vacip oldu ona da ömrü tükendi , "Bu dünyaya cıplak geldik, cıplak gideceğiz, ne var ne yok her şey kalacak" derdi. Biricik çarıkları bile vefasızlık etti babama; seni terk etmeyiz dedikleri halde, Zaten çarıksız gelmişti bu dünyaya, öte dünyaya da çırılçıplak gitmek isterdi. Saadettin Güven İstanbul |