İSTANBUL
“Ey masum bakışlı yar,
Gözünde İstanbul var. En az gözlerin kadar, İstanbul’u özledim.” İstanbul ah! İstanbul canım, kanım İstanbul... İstanbul bana mekân, İstanbul bana diyar, Öyle ki bu şehirde cennetin kokusu var. Bu şehir ki Âdem’in burnunda tüten sevap, Bu şehir ki şeytana verilmiş büyük cevap. Bu şehrin köprüleri kıyamdadır her daim, Rükûdadır gövdesi ve zikriyle hep kaim. Buram buram tesbihat, ılgıt ılgıt şükreder, İsyan yüklü kentlerin tesbihini zikreder. Secdeden kalkar gibi denizin dalgaları, Tahiyyâta oturtur bu koskoca diyarı. ----------- Ah! İstanbul, İstanbul selvi boylu İstanbul, ----------- Yanağında gamzesi, güzel huylu İstanbul… İstanbul ah! İstanbul canım, kanım İstanbul... İstanbul Türk’e mekân, İstanbul Türk’e diyar, Öyle ki, o bizlere Fatihlerden yadigâr. İstanbul; medeni kent, İstanbul; uygar şehir, O ki ‘Allah bir’ diyen her abide mescittir. Havrası zikir çeker Tevrat’ı muştularken, İncil’i İsa kokar ve dem çalar maziden; Tâ çarmıhlı günlerin geride bıraktığı, Bir hüzünlü şarkıdır beynimize çaktığı... Ve anmak İsa’mızı yıllar yılı bekleyip, Muhammedî bir ruhla ufkunu destekleyip. İstanbul’dan Mekke’ye ve Mekke’den Kudüs’e Yalasa duvarları esrarengiz bir buse. ‘Allah diyen kardeştir’ düsturu mütebessim, Bir İstanbul sevdası ufuktaki şu resim; Müslüman, Hristiyan ve Yahudi kardeştir, Hepsi de bir tarağın dişleri gibi eştir. ----------- Ah! İstanbul, İstanbul sevda yüzlü İstanbul, ----------- Taşı toprağı altın, elâ gözlü İstanbul. İstanbul ah! İstanbul canım, kanım İstanbul... İstanbul cana mekân, İstanbul cana diyar, “Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar.” Gölge gölge insanlık, desen desen mimari, Kim bu aşkın sahibi? Kim bu sevdanın yâri? Sus ve dinle ey şehir! Ötelerden haber var, Ufukta şanlı düstur, ilahi emri sunar; Türk ve İslam Birliği en büyük görev sana, Ve şahlanmak gönül gönül, haykırmak tüm cihana; Şahadet sedasını, peygamber düsturunu, Allah’ın kâinata gark edilmiş nurunu... Ey dünya sıra bizde, sen şimdi geri çekil! Ruh benim öz sermayem, sanadır put ve şekil. Gide gele yorulduk çıngırak yollarında, Makyajsız bir kadının şehvetli kollarında… Ve cennet ve cennet ki cennet bize dar geldi, Sanki nefsin yatağı İstanbul’a serildi. ------------ Ah İstanbul, İstanbul suyu tuzlu İstanbul, ------------ Yüzü sert yüreği pek, yolu tozlu İstanbul… İstanbul ah! İstanbul canım, kanım İstanbul... İstanbul sana mekân, İstanbul sana diyar, Sevabına Fatiha, günahına intizar... Karalara bürünmüş bir bulut var tepende, N’oldu sana zülfiyâr? Farklı bir hal var sende! Böylesi mahzun mahzun neden bakarsın bana? Ruhuna mil çekilmiş bir lâl gibi aşina... Yüreksiz gecelerin ahını mı duyarsın? Cennet bize uzaksa bu dünyada sen varsın. Sen sevgisin, özlemsin, inci inci yağmursun, Manevi gecelerde âyet, dua ve nursun. Kandillere gark olmuş bir bebeğin gözyaşı, Ele buyruk; kaf dağı, bize de sure başı. Besmeleyle başlayıp hamdetmek Rabbimize, Peygamberlerden kalma en büyük miras bize. Bir kutlu hengâmedir secdegâhında namaz, Aşk yoksunu olanlar o huşûdan anlamaz. ------------ Ah İstanbul, İstanbul cennet mekân İstanbul, ------------ Yedi tepe yedi renk, elvan elvan İstanbul. İstanbul ah! İstanbul canım, kanım İstanbul... İstanbul kana mekân, İstanbul kana diyar, Bu toprağa dökülmüş şehit kanlarımız var. Âlimler, sahabeler, bin bir çeşit peygamber, Bir avize misali onun ufkunu süsler. Ezanlar yükselirken gün batışından beri, Çakallar mevsiminin salyalı heykelleri; Kıyamet sehpasında idamlık kafatası, Beynimde meçhul sevda, ülkemin haritası… Bir yitik medeniyet ve mavisiz uygarlık, Sen anlat ey İstanbul, nasıl olurmuş varlık? Püsküllü modacının bulamadığı rengi... Ve evrensel adalet; Nur Tacının mihengi… Şimdi dövün ey dünya bil ki bu son demindir, Ufuktaki nurlu yol senin akıbetindir. Şeytanları bağlayan şu gizemli şehre bak, İşte o şanlı yiğit, İstanbul’dan doğacak. ------------- Ve İstanbul, İstanbul; kâinatın incisi, ------------- Şehirler arasında dünyanın birincisi... Mehmet Akif UÇAR |