Şimdi nasıl yaşarlar,nerdeler Tanrı bilir
Bir yurt olur garibe duvar köşesi
Bir elinde üç beş leblebi bir dilim peynir Diğerinde gazete kağıdına sarılı Markasız bir şarap şişesi Yağan yağmur dan korunmak İnsanlardan morarmış yüzünü saklamak için Duldasına sığınır yıkık surların Uğultusu duyulur sahile çarpan hırçın suların Ağzında kalan son iki dişiyle şarabını açar Sefil bir sofraya oturur naçar mı naçar Şöyle etrafına bakınır ürkek gözlerle Bir şarkı mırıldanır anlaşılması zor sözlerle Doldurur şarabı bir pilastik bardağa Çeker önce bir fırt sonra, bir, bir bir daha Kulakları her zaman dışardan gelen seste Kimse bilmez bu yer hangi muhit hangi adreste Tükenmek üzere iken şişede şarap Benliğini daha da çok sarar içindeki ıstırap İçi ısınır gibi olur, kafaysa sarhoş Gözünün önünden geçer hayatı karanlık ve bom boş Çocukları eşi gelir aklına bir bir Şimdi nasıl yaşarlar,nerdeler Tanrı bilir Son zeytin tanesini de atar ağzına Ümitsiz gözlerle bakar pırıltılı İtanbul boğazına Üşüdükçe yırtık eski mont`a sarılır Ne küser kimseye ne Tanrıya darılır İlerledikçe gece taşıyamaz bu yükü beden Sızar kalır bu koğukta vakit çok geçmeden Gün doğdu yükseldi ve battı Görüntü çok acı, çok hüzünlü ve berbattı Aramadı ,sormadı günlerce kimse onu Böyle bitti bir zavallının bir sarhoşun sonu Ekrem MADENLİ 18.05.2010 |