SESSİZ FERYAD..! (ERZURUM)
Bir kara tren içinde yolculuk.
İstikbal kaygısı sürükleyen. Ve menzil… Erzurum garıydı beni bekleyen. Çığlıklarını kesti demir atım. Yavaş yavaş yanaştı gara. Ve tüm koridorlarda, İnce bir ses, garip bir yaygara; “Erzurum…. İnecek kalmasın” İşte böyle geldim Erzurum’a sessiz ve sakin, Şehrin sessiz feryadı içime işledi lakin. Her taş, her ağaç geçmişi haykırıyordu, Yanımda Şükrü Paşa gizlice ağlıyordu. Diz çökmüştü Yakutiye gönül dağlamakta, Kim geçebilirdi acep onu ağlamakta. Süzülürken gözlerinden damla damla yaşlar, Haykırıyordu, yalvarıyordu, nerde dadaşlar. Yakutiyem, kimse derdin bilemez, Dadaşım uyumakta şimdi gelemez. Bir ses duyuldu birden, ötelerin ötesinden, Miras değil miydi bu şehir Türk’ün dedesinden, Dikilmemiş miydi al bayrak Erzurum kal_asına, Zidan değil miydi bu şehir ermeninin alasına. Şimdi yanmaktasın, görüyorum Aziziye’m, Yüzüm yok ki sana dur, sus ağlama diyem. Ağlasın Çırçır, ağlasın Tosya, ağlasın Gez’im Ben Osmanlıyım fakat hani ya ayak izim. Geçmişimi doldur da sun bana tasta, Bekleme gelemez, dadaşım çok hasta. Yetim kalmış, Çifte Minare, Kur’an okunmuyor, Nerde talebelerin inciler dokunmuyor. Lala Paşa’m neden mihrapların şimdi sedasız, Bir taş yığını değilmisin ki, Sen Hüda’sız. Öyleyse nedir bu gurur, ne endam böyle, Haykır Bir’in ismini bir çift söz söyle. Nenem Hatun, sorularım cevapsız kalıyor, Senin boynun eğilmiş,benim içim kanıyor. Dadaş, dadaş diye haykırsak da ne çare, Dadaşım uyanmıyor, yürek bin pare. Ve Palandöken… En diki dik başların, Gururu olmuşsun artık Dadaşların. Ne vakit görsem, duman var başında. Senin olsun suyun, ekmeğin de aşın da. Rüzgarın yetmez bana, esse de serin serin, Ey kahpe medeniyet, bu hal senin eserin. Bana Ruhum lazım, O’nu benden almayın, Bu devran böyle gelmiş, gidecektir sanmayın. İşte. İşte uyandı Dadaşım doğruldu yatağından, Şimdi başı daha dik Palandöken dağından. |
yüreğin ve kalemin hiç susmasın
sağlıcakla kal selamlar .