TALİH İLE SALİHHer zaman ilk yudumunda içmeye “İçelim güzelleşelim” diye başlardı Güler söyler, şişeler boşaldıkça sona doğru hep ağlardı Yaşı henüz yirmi dokuz, otuz ha vardı ha yoktu ama Neredeyse bütün saçları ağarmıştı Mazisi bir sırdı, kimse bilmezdi Salih’i bu genç yaşında hangi dertler yıkmıştı Kendi adını kendi takmıştı; Talihsiz Salih Talih ile Salih bir araya gelememişti Nedense onlar birbirlerini sevememişti Mehtabın solgun ışığında, kaç kereler bir şişe şarabı Soluksuz, bir açlık ki sonsuz, fondip yaptığını görmüştüm Elinin tersiyle ağzını siler Bir vuruşta yere, şişeyi parça parça eder, hep; “Gülmediyse kör talih ne etsin Salih” derdi Yüzünde acı bir tebessüm, gözleri dalıp dalıp giderdi Kimi simitçilik, kimi hamallık ederdi “Şarap param çıksın, fazlası lazım değil” derdi Kimi viranelerde, kimi köprü altlarında gecelerdi “Uyuyalım yeter, kuştüyü yastık lazım değil” derdi Kimseler bilmez, bilemezdi Salih’in derdi neydi Oyun uzamıştı bir gece, geç dönüyordum kahveden Salih’i gördüm tenha bir köşede, içiyordu İçtikçe için için ağlıyor, gözlerinden yaşlar akıyordu Sokuldum yanına “afiyet olsun” dedim Uzattı elindeki şişeyi “zıkkımın afiyetimi olur” dedi Ona berduş, serseri derlerdi, belki öyleydi belki değildi ama Ama o hep akıllı sözler ederdi Kimseler bilmez bilemezdi, Salih’in derdi neydi Ve o gece ben, bir ben öğrendim öyküsünü Salih’in İçtikçe esirgemedi sözünü “dinle bak” dedi “duydun gördün mü sillesini yiyeni böylesine feleğin” İlk defa o gece çenesi açıldı Salih’in Bir trafik kazasında, henüz beş yaşında Kaybetmiş annesiyle babasını Dayısı almış yanına Almış ta, yeğenim diye bir kere basmamış bağrına Ne okul yüzü görmüş Salih, ne bir şefkat, nede bir sıcak yuva Çocukluğunu bilmemiş, ne dayaklar yemiş hiç yoktan Babası yok, önüne kol kanat gersin Anası yok, bağrına basıp gözyaşını silsin İtile kakıla, yıkıla yıkıla büyümüş Salih Bir gün Duygu’yu görmüş, esmer güzeliymiş Duygu Ceylana benziyormuş, kahverengi gözleri Beline uzanıyormuş, kömür karası saçları Ve onlar birbirlerini çok sevmişler Ama sevmek, sevilmek yetmemiş Öksüzlük var ya, kimsesizlik, garibanlık var ya Yar etmemişler Duygu’yu Salih’e Böyle terk etmiş sılasını, yuvasını “Biliyorsun” dedi “biliyorsun sonrasını” “kör talih bırakmadı mı bırakmıyor insanın yakasını” Tam hatırlamıyorum seksen altı mı, seksen yedimiydi? O kış çok sert geldi, kuşlar dondu, ağaçlar kurudu Yine kar yağıyordu, eve doğru yürüyordum Kahveden insanlar çıkıştı, konuşmalar, koşuşmalar oldu “Ölmüş” diyordu biri, sonra Salih’in adını duydum Çökmek üzere olan bir viranede bulduk Salih’i Son içkisi bir şişe ispirto olmuştu O gece Salih donmuştu Gözleri kapalı, yüzünde yine o acı tebessüm, sanki uyuyordu Yumruğu sımsıkı kapalı, avucunda bir şey tutuyordu Parmakları salınıp, elini açtığımızda gördük Avucunda bir resim duruyordu Kömür karası saçlı, ceylan bakışlı, esmer bir kızın Hemen anladım, bu Duygu’nun resmiydi Ne hasreti bitmişti talihsizin, ne sevgisi Elinde resmi baka baka Duygu’ya Salih öyle yatmıştı son uykuya... Gürsel İLERİ |