İstanbul’a Benzeyen Sevgiliye
İstanbul’a benzeyen edanı sevdim ilk önce.
Işıl ışıldı gözlerin. Konuşunca sevaplar gibiydi sesin. Önce beni yakardı nefesin, sonra İstanbul’u. Hep, erguvanlar açtığında, Senle İstanbul’da olmak isterdim… Birlikte , Vefa semtine gitmeliydik. Vefasızlığın resmini sen çizmeliydin elif parmaklarınla… Destanını ben yazmalıydım. Sonra Topkapı Sarayı’nda divanda bulmalıydık kendimizi. Hâlimizi sen arz etmeliydin sevaplar gibi sesinle. Ben susmalıydım, cevaplar sükûtun içinde erimeliydi. Ve ferman buyrulmalıydı, “Tiz bunların başları vurula.” Kanımız karışmalıydı Boğaz’ın serin sularına sımsıcak.. İstanbul ağlamalıydı, Kız Kulesi yolmalıydı saçlarını. Vefa semti bin pişman olmalıydı adının vefa olduğuna… Sonra, ikimiz İstanbul olmalıydık, Ölümün koynunda üşürken bedenimiz. Ben öldükten sonra her akşam Vefa’dan geçmeliydim , Sen yolumu kesmeliydin. İkimiz bir başımıza kalmalıydık. Bütün bu başımıza gelenler ikimizin yüzünden, Bu kadar da vefalı olunmaz ki demeliydin. Ölüm bile vaz geçiremedi beni senden… Önce, İstanbul’a benzeyen yanlarını sevdim. Işıl ışıldı gözlerin… İncecik narin parmakların vardı. Asil duruşun. Konuşsan aklımı başımdan alırdın. Sustun, gözlerinde hayallere daldım. Vefa, İstanbul’un koynunda sabahlardı. Ben sana hasret yaşardım. Hep sana dairdi üşüyen yanlarım. İstanbul , seni sinesinde yaşatmaktan onurluydu. Sen nurluydun, İstanbul’un sana benzeme hikâyesi buydu. Ben, hep İstanbul’a benzeyen edanı sevdim. Bir de İstanbul’u içinde seyre daldığım hayal iklimi gözlerini… Gözlerin ışıl ışıldı, Ellerin narin. Vefa, kölesi olmaktı bence ellerinin. Bir de gözlerinin renginde kaybolmaktı. Sevmekti kayıtsızlığını, hüznün kıskacındayken. Şimdi, Ne divanın, ne bargâhın , ne dergâhın hükmü var vefasız. Senin de bildiğin sebeplerden ferman senin… Ankara,08.02.2010 İ.K |