EFLÂTUNA ÇALARMIŞ
Yâkut taşının kızıllığı
devri ile sürer sanırdım hep meğer o kor kızıl nasılda eflâtuna çalarmış düşünce serin sulara anladım ki döne döne değil için için yanmakmış mesele... Köklerine gözyaşı verdiğim beyaz gül fidânları lâleye durdular ve gelincikler sardı baktığım her yanı öyle narin,öyle kor ’sizin gibi aynı’demiştin ya yosun kokulu her mezarın başında okursun,yazarsın nazik ama büyük.. İhtilâflı lâflar edersin gözlerini tırmalayan ışıklı odalarda bir an,bir el yakalar seni gözlerinde bir güven üzerinde tüvaletin peşinde sürüklenirken varaklı salonlarda düşürürsün çelişkiden tâcını tıpkı bir masal gibi... Yemyeşil çimenlerde saçlarında bir kaç şüphe kıymığı sana şarkılar söylerken bir fırtına kenarında öylese susa kalırsın tüm ihtilâflı sözlerini bırakır susarsın işte o anlatır,sen anlrsın harabeler içinde ki insanlara varaklı salonlardan bir yarar yoktur... Göğsüne madalyon yapar bir beyaz gülü saçlarından silkelenirsin sonra ’O’gidelim der susarsın ve elini uzatırsın diğer elinde ise mızrap yüreklerde aynı melödi öyle geçiyorken adeta mabet yıkıntısından... Yâkutun kızıllığı devri ile sürer sanırdım meğer o kor kızıl nasılda eflâtuna çalarmış düşünce serin sulara anladım döne döne değil için için yanmakmış mesele... Ayser Özbakır |
devri ile sürer sanırdım
meğer o kor kızıl
nasılda eflâtuna çalarmış
düşünce serin sulara
anladım döne döne değil
için için yanmakmış mesele...