Reşadiye ŞehitleriŞiirin hikayesini görmek için tıklayın •İnsanın içini acıtan şehit cenazeleri ve barışa tuzak!
Hasan Cemal [email protected] Barışa tuzak, belki bizim ülkenin biraz fazla klasik klişesi ama öyle... Televizyonda sabah vakti Tokat’ta yedi şehit asker için yapılan törenden hazin görüntüler... Türk bayrakları, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” sloganları... Ve ‘demokratik açılım’la PKK’ya yönelik büyük tepki... Yazıma başlarken MHP lideri Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuşmaya başlıyor, “siyasi ve sosyal yıkım projesi” diyerek açılıma ağır dille yükleniyor. Herhalde CHP lideri Baykal da öğlen yemeğinden sonra çıkar kürsüye ve benzer bir konuşmayı partili milletvekillerine en gergin, en öfkeli haliyle yapar. Bu arada haber kanalları sık sık Ankara’ya, Anayasa Mahkemesi’ne bağlanıyor. Haberciler, DPT’nin yüksek mahkemedeki kapatma davasıyla ilgili son gelişmeleri heyecanlı bir dille bildiriyorlar. Reşadiye’de önceki gün sisli bir havada pusuya düşürülerek şehit edilen yedi askerin cenazeleri memleketlerine gönderilmek üzere ambulanslara konuyor. Tam bir kasvet! Bir senaryo sanki... Ölüm haberleriyle başlayan bir savaş senaryosu gibi, Türkiye’yi istikrarsızlaştırma senaryosu gibi adım adım uygulanmaya başlayan... O kadar çok soru var ki. Reşadiye’deki kanlı tuzağı kimler kurdu? Arkasında başka bir güç, örgüt var mı acaba? Başbakan Erdoğan’ın Washington’da dediği gibi, kanlı saldırıyı gerçekleştirenler taşeron olarak kullanılmış olabilir mi? Ellerinde taşlar ve Molotof kokteylleriyle İstanbul’da, Diyarbakır’da sokağa salınan çocuklar ve gençler için düğmeye niçin, hangi akla hizmet basıldı?.. Molotof kokteylinin yanıklarıyla ölen 17 yaşındaki lise öğrencisi Serap’la, kurşunlanarak ölen 23 yaşındaki üniversite öğrencisi Aydın’a yazık değil mi? Barışa giden yol hiç böyle açılabilir mi? Öcalan’a İmralı’daki nakil... Sokağın hareketlendirilmesi... Taşlar, Molotof kokteylleri... Ölümler... MHP’nin en güçlü olduğu illerden birinde kanlı bir pusu ve yedi şehit asker... Ankara’da kapatma davası... Ve patlayan sloganlar: “Kahrolsun demokratik açılım!” Diyelim ki kahroldu, bitti. No’lacak? Yine savaştan mı medet ummayacağız? Bugüne kadar savaş çözüm oldu mu ki, bundan sonra olacak? 1990’ları hatırlayın. O yıllarda yapılan iki taraflı büyük yanlışları, kaçırılan fırsatları gözünüzün önünden geçirin. Sonra yıllar boyu akan kanı, gözyaşını ve çekilen acıları anımsayın, hissedin bir kez daha... O günlere mi dönelim? Eğer aklınızı ekmek peynirle yemediyseniz, böyle bir tuzağa düşemezsiniz. Yazık olur çok şeye. Türkiye’yi böyle bir tuzağa düşürmek isteyenler, ‘barış ve demokrasinin düşman’ıdırlar. Bilerek ya da bilmeyerek bugün Türkiye’de şiddet ve terörün değirmenine su taşıyanlar, evet, barış ve demokrasinin düşmanıdırlar. Çünkü ‘demokratik açılım’ın alternatifi yok. Barışın alternatifi olamaz çünkü. Savaş savunulamaz. Savaşın çıkmaz sokak olduğu, yıkım olduğu yakın tarihimizde yaşanan acılarla çoktan anlaşılmıştır. Açılım torpillenmesin. Hatalar vardır. Ama bu bir süreçtir. Zaman, sabır ve kararlılık gerektiren bir barış süreci... Önemli olan bu süreçte yol alırken, silahların susmasıdır, parmakların tetikten çekilmesidir, sorunun şiddetle bağının kopmasıdır. Süreçte yanlışlar yapılabilir. Yapıldı da... Ancak, bundan dolayı barışı amaçlayan demokratik süreçten vazgeçmek yanlışların en büyüğü olur, barış adına affedilemez bir yanlış olur. Hasan Cemal [email protected] • Şiddetin, silahın bir hayat tarzı olarak benimsenmesine lanet olsun! Evet öyle, kan ve gözyaşını devam ettirmek için değil, bitirmek için vardır siyaset... Acıları sürdürmek için değil, sona erdirmek için yapılır siyaset... Bizde sanki böyle değil. Kan aksın isteniyor. Gözyaşı aksın isteniyor. Barış değil savaş isteniyor. Evet, aynen öyle. ‘Demokratik açılım’ın çıkmaza saplanmasından dolayı neredeyse zil takıp oynayacaklar. Böyle şey olur mu? Yazık değil mi? Acıların üzerinden siyaset yapılır mı?.. Kan ve gözyaşı üzerinden oy hesapları yapılır mı hiç?.. Acısı olmayan yok. Herkesin acısı var. Herkesin acısı da meşru... Bejin Matured köşesinde yazıyordu: “Diyarbakır’daki Kürt Çalıştayı’ nda söz alan Emine Ayna her zamanki üslubuyla bir ülke portresi çiziyordu. Onu dinlerken bir cehennemde yaşadığınızı düşünüp, öfkeye kapılmamanız mümkün değil. Buna alışmıştık zaten. Ama bütün bu öfke ve karamsarlığın altında yatanın onun erken hikâyesi olduğunu öğrenmek çarpıcıydı. Emine Ayna, çocukluğuna ait bir anıyı anlattı o gün. Çocukken yakılan evlerini... Kütahya’da işçi olan babasının sırf Kürt olmasından dolayı mahallede dışlanıp evlerinin yakıldığını... Sonrasında aylarca bir kamyonun kasasında yaşamak zorunda kaldıklarını anlatırken, farkında olmadan bugüne taşıdığı öfkenin nedenine işaret ediyordu. Bu onun hikâyesi... Buna benzer binlerce, yüz binlerce hikâye var. Şiddet şiddeti doğurur. Gerçek bu. DPT’nin kapatma davası görüşülürken bunları düşünmek acı veriyor. Barışı savunan herkes Kürtlerin siyasette temsilinin ne kadar hayati önemde olduğunu savunup durdu. Çoğumuz hâlâ umudumuzu yitirmiş değiliz. Ben hukuka değil ama halkın vicdanına güveniyorum hâlâ. Bu ülkede son otuz yılda bizi birbirimize düşürmeyen her neyse o mayaya inanıyorum. Bu toplumun kodlarında o kardeşlik var çünkü...”(Zaman, 9 Aralık 09, s.25) Bu kardeşliğe Bejin Matured gibi ben de inanıyorum. Ama korkuyorum da. Özellikle şu günlerde... Çünkü Türk, Kürt, kimilerine bakıyorum, sanki acıda yaşamak istiyorlar. Ölümde yaşamak istiyorlar. Kan ve gözyaşından kopunca bir boşluğa düşeceklerini, hayatlarının anlamsız hale geleceğini sanıyorlar. Korkunç bir şey bu. İnsanlar birbirlerini kan ve gözyaşıyla tüketemezler. Tarihin binlerce sayfası bu gerçeği yazar. Bizim tarihimiz de öyledir. Son otuz yılın çok yakın tarihi de dolu acı yüklü, hazin sayfalarla... Çare savaş değil, barıştır. Oturup bunun için konuşmaktır. Diyalog köprüleri kurmaktır. Ve siyaset acıları devam ettirmek için değil, kan ve gözyaşını bitirmek için vardır. Allah aşkına hâlâ öğrenemedik mi? * * * Yukarıdaki satırları yazdıktan sonra, PKK’nın askeri kanadı HPG’nın, yedi askerin şehit olduğu Reşadiye saldırısını üstlenen açıklaması internete düştü. Başlığı şöyleydi: “Perşembe, 10 Aralık 2009, saat 15.08... Tokat eylemi, bir birimimizin kendi inisyatifiyle gerçekleştirdiği misilleme eylemidir.” Şiddetin, silahın bir hayat tarzı olarak benimsenmesine lanet olsun. Başka ne diyebilirim ki? 1990’ların hayal kırıklığı kan ve gözyaşlarıyla bir kez daha mı yaşanacak? İmralı, Kandil, DTP “inceldiği yerden kopsun zihniyeti’nin bu ülkeye, Türklere ve Kürtlere nelere mal olduğunu bilmiyor mu? Bunca yaşanandan sonra daha hâlâ şiddetten, silahtan medet umulur mu? Çok yazık! Tokat’taki kanlı saldırıyı ‘kendi inisyatifi ile’ gerçekleştiren PKK birimini eleştirecek, lanetleyecek, bunun barışa kasteden bir saldırı olduğunu söyleyecek sesler çıkmayacak mı, çıkamayacak mı İmralı’dan, Kandil’den, DTP’den?.. Bu saldırının Türkiye’de barışa kasteden büyük bir provokasyon olduğuna ben inanıyorum. Acaba onlar inanmıyor mu?.. Türkiye’nin, bu toprakların işi hakikaten çok zor. Allah hepimize kolaylık versin. BİRLİK ZAMANI Türkiye’de son dönemlerde yaşanan olaylarla tansiyon iyice yükseldi. Zaman zaman sokaklara yansıyan gerilim, her şeye rağmen birlik ve beraberlik içinde aşılıyor. Vatandaşlar sağduyulu davranırken, siyaset dünyasında ise fırtınalar kopuyor Tokat’ta düzenlenen pusuda 7 askerimizin şehit olmasının ardından Türkiye’nin pek çok şehrinde gösteriler düzenlendi. Gerek bu gösterilerde, gerekse şehit askerlerimizin cenaze törenlerinde duygusal yoğunluk had safhaya çıktı. Zaman zaman gerginlikler yaşanmasına rağmen, vatandaşların sağduyulu davranışlarıyla gerginliğin yerini birlik ve beraberlik aldı. Sokaklarda yükselen tansiyonun sükunetle aşılmasına karşılık siyaset dünyasında fırtınalar kopuyor. Birbiri ardına gelen açıklamalar giderek sertleşiyor. Sağduyulu vatandaşlar ise, son 20 yıldır bölgedeki pek çok ülkede benzer olaylar yaşandığına dikkat çekerek, oyunlara gelmemek gerektiğini belirttiler. Son yıllarda bazı gizli odaklarca Pakistan’da Sünni-Alevi, Filistin’de El Fetih-Hamas, Irak’ta Şii-Sünni çatışması Somali ve Çad’da da kabile savaşları çıkarılmaya çalışılıyor. Arkadaş, kardaş, yoldaş ve ne desem |
saygilar