3
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
914
Okunma
Bir hayalim vardı senle İstanbul, öyle sade, öyle saf
En az bir zamanların yedi tepeli şehri kadar körpe, yaşanılası…
Ufak heyecanlarla gelen heveslerdi benimkisi, senden önce,
Sen bütün acımasızlığınla gerçeklerin en dikenlisini, en acıtanını,
Kalp buran en fenasını uzatana kadar almaya mecbur kılarak.
Aldım, ne çare.
Sen ki az buz değil tam tamına yedi tepeye hükmeden,
Yedi dik başlıyı bulutlarınla tahakküm altına alan koskoca İstanbul.
Ben mi sana karşı duracağım, hâşâ!
Aldım biçare en kanlı tarafından gül desem değil işte
Her neyse bir tek canımı ölesiye yaktığını bildiğim
O sivri, sokulgan, burucu, zehirli tarif edilemez şeyi.
Belki bir Avrupa şehri kadar solmaz değil güneşin,
Ama sana güvenen her tepeye, taşa, toprağa
Kansıza, soysuza gösterdin yüzünü de,
Bir bana mı kıyamadın göstermeye…
Hain demeye dilim varmıyor ya, başka da ne denir şimdi sana.
Görmek bir şey değil seni de,
Çok da kalmayacaktım hani, ay bile değil ki
Birkaç gün belki; beni mi barındıramadın kollarında.
Sen ki ne bereketi kalmış toprağının, ne alacak bir parça nefesi
Artık egzozdan, fabrika bacasından çıkan zehirden,
Kalmamış havası olan sen,
Alacağım zaten noksan nefesi mi çok gördün bana.
Bencilsin İstanbul demeye de dilim varmıyor ya,
Başka da ne denir bu yaptığına.
Evsiz, dilenen; belki dilenmeye zorlanan ve kursağından lokma
Ya geçen
Ya geçmeyen çocuklardan,
Bir insan bozmasının tükürdüğü ve yüzünde
Yaptığından aldığı hazzı belli eden o fütursuz gülümsemeyle geçtiği
Çerden çöpten pislikten zaten insanı geri geri iten
Çoğu zaman trafiğinin Azrail kılığına girip can aldığı
Sokakları, asfaltları, semtleri mi çok gördün bana…
Ahh İstanbul ahh!
Başka da bir şey demem sana, beni bekleme bir daha.
Her bir tepene küstüm, beni bir daha bekleme!
5.0
100% (2)