Istrancalar'da Akaşamüstü
Istrancalar’da bir tepe üstü
Ve üstünde ben Güneş tam arkamda Önümdeyse Mahya Güneş tepeyi aşmış Ufka iyice yaklaşmış Bir de gölgeler uzamış Öyle bir akşamüstü Sağa sola bakınayım Kimse yok tek başınayım Ama doğduğum topraklarda Çocukluğumla kucaklaşmaktayım Otlar çıkmış uzamış Yan yatmış yamaçlara yayılmış Bunların üstünde Çocuklar gibi yuvarlanmaktayım Gök mavi yer yeşil Yel esiyor efil efil Çiçekler gülüyor ne güzel Ve göz ucuyla beni süzüyor “Kaç zamandır yoktun, ne aradın ne sordun, gittin bizi unuttun...” Belki böyle deyip Biraz da sitem ediyor Yer buğulanmış tütüyor Yeşille mavi rengin ikisi Ufukta birleşiyor Ufuk da çevremde Koca bir çember çiziyor Arkamda bir köy, adı Koruköy Karşımda bir dağ, o da Mahya Ben de burada tek başına İncecik bir yel esiyor Mahya’dan kalkıp bana geliyor Güzel sesli bu yel Yüzümü okşayıp geçiyor Bir kuş “kuu kuk” diyor Öteki bir başka ötüyor Gök mavi deniz, yer çimen yeşili Efil efil esen bahar yeli Ve bu koku Girip ciğerime yerleşiyor Yel ve kuşlar Huzur veren sesler ediyor Ve kulağıma eğilip İşte hayat bu N’olur gitme, kal burada diyor Keşke kuşları yeli dinlesem Keşke buradan gitmesem Ya da o şehre değil de Gitsem otuz beş yıl gerilere O gençlik günlerime Aaah kulak versem dediklerine Arkamda akşam güneşi Karşımda koca Mahya Dağ bayır misler gibi Guguk ötüyor sürekli Ben bir tepe üstünde Tepe Istrancalar üstünde İşte, hayal ve gerçekler içinde Aaah bir de on yedisinde olsam Ve gencecik biri olsam Bir de o olsa O da burada olsa Kıvırcık tülü saçlarını Esen yelde uçursa Koşsa, zıplasa, oynasa Fistanını savursa uçursa Bana bir türkü okusa Sonra gelse yakınıma Dizlerime otursa Dikse gözlerini bana Baksa, baksa, baksa Gözlerime öyle baksa Sonra usulca uzansa Kollarını açıp yayılsa Sıkı sıkı boynuma sarılsa Sıksa, sıksa, sıksa Dudaklarıma yapışsa sonra Öpse, emse, kanatsa Hiç salmasa, bırakmasa Gönlümü çaldı gitti ya Aradan kaç yıllar geçti ya Ağzımı da kapıp kaçsa Lal etse, suskun bıraksa Ben tek başına Istrancalar’da Arkamda köyüm, önüm Mahya İşte böyle bir akşamüstü Gördünüz mü aklıma neler düştü Keşke kuşları, yeli dinlesem Keşke buradan hiç gitmesem Ya da çok gerilere On yedili günlere... Aaah şimdi on yedisinde olsam Bir de sevdiğimle olsam Kuşları yeli dinlesem Hiçbir yere gitmesem Kıvırcık saçlının kulağına Sevgi sözcükleri söylesem… Tevfik Tekmen. 19 Mayıs 2008. Saat: 18,00 *Koruköy/Kırklareli* BİR YIL SONRA; …Sıra kayalar, kovan kayası, yanık bayır, sivri kaya ve baba tepe… Baba tepede demirden çirkin bir kule… Dönüyorum olduğum yerde çepeçevre; batı yanlar, kuzeyden güneye dağlar, güneylerde bir düzlük ve ovadan doğuya doğru döndükçe güneyden kuzeye doğru gene dağlar, tepeler, alçaklar ve yüksekler; içinde ufak tefek köyler ve en yüksek doğuda Mahya… Sığırtmaç sesi var bağlık taraflarında. Ve çan sesleri… Bir koyun sürüsü Göksu yanlarında. Ve bir çoban kavalının yanık nağmeleri kulaklarımda… Karşı köyün horozları ötüyor ara sıra. Köpek ürmelerini arıyorum bütün bunların arasında ama yok, duyamıyorum. Kuş seslerini saymaya çalışıyorum tek tek. Ne çok ses; olmuyor, sayamıyorum. Göremiyorum da kendilerini, hangi dallara tünedilerse. Uçanlar kurşuni bir rengin içinde… Beş gündür köydeyim… Bugün on dört Nisan, günlerden Salı. Hava kapalı. Yani biraz sisli ve az puslu… Akşam yağmur yağdı çok. Derelerden sel aktı hep. Ara sıra çiseleyip duruyor hala. Ben geçen yılki gibi, aynı yerde, Istrancalar’daki o tepenin üstündeyim gene. Bu sefer vakit akşamüstü değil, bir öğle üzeri ve arkamda köyüm var gene, geçen yılki gibi. Ama güneş yok… Burası, dağlara hâkim yüksek bir yer. Düz sayılabilecek çıplak bir tepe üstü. Etekleri çayır çimen ve yer yer orman. Yuvarlak bir ufuk çemberi çevremde ama çizgisi düz değil, dağlarla eğri büğrü çizilmiş bir çizgi. Tam karşımda Mahya tepesi var ve bulutlar inip üstüne çökmüşler, bu sebepten tepe yoğun bir sisin içinde belli belirsiz gibi. Orman yapraklanmamış henüz. Daha erken demek ki… Ama çimenler uç vermişler topraktan, yerler yemyeşil. Çiçekler henüz açmamışlar. Hava durgun, yel esmiyor bu yüzden. Öylesi bir sessizlik içinde yüzlerce kuş sesi; her yer cıvıl cıvıl ama Guguk kuşu yüksek bir ağacın tepesinde, onu görebiliyorum ve gene ötüyor geçen yılki gibi… Yalnızlığı ne zaman özlesem şehirden kopup geliyorum buraya. Ve tek başıma… Kendi isteğimle kayboluyorum buralarda. Kendimle baş başa, sadece duygularım yanımda ve tek onlar aklımda; şehrin kalabalığından ve gürültüsünden, yanlış kullanılan teknolojinin çirkinliğinden, radyo, gazete, televizyon gibi şeylerin hepsinden kopunca dünyanın o türlü yüzünden de kopuyorum, bir süreliğine de olsa... Radyoyu açmıyorum. Televizyona bakmıyorum. Gazete okumuyorum. Saat kaç, vakit ne vakit, takvim yapraklarını koparmıyorum ve zamanı kovalamıyorum… Dolanıp duruyorum tepenin üstünde kendi başıma. Zaman zaman coşuyorum da kimse duymuyor ya beni, türkü söylüyorum ve kuşlara eşlik ediyorum ıslık çalarak. Bağırıyorum bazen avazım çıktığı kadar. Sesim yamaçlara vura vura yankılanıyor ve işte o zaman cıvıl cıvıl öten kuşlar bir süreliğine susuyorlar. Olsun… Onlara misafirim bugün ben. İdare etsinler işte. Dağlar zaten hep onların. Ben gidince gene onlara kalacak, gerçek bu değil mi? Ne yazık ki… 14/Nisan/2009 *Koruköy/Kırklareli* |