Kerem İle Aslı (Manzum Hikâye)Ah! Ah! Halep Mal mülk verdin Beylik verdin şöhret verdin de Bir evlat veremedin Yedi düvele şan Halep Diye her fırsatta dövünüp Allah’a yalvarır Bey, Haksızlık yapmaz Namazında niyazındadır Vakitleri hiç kaçırmaz. Günler böyle geçerken Bey çocuk görünce hüzünlenir Kaderine razıdır Bir yetim görse, her türlü yardımı yapar Onu sahiplenir. Günlerden bir gün Yaşlıca bir derviş gelir yanına Saçları sakalı süt beyazı Bir elma uzatır Bey’e “Eşin bu elmayı yesin Ayazma çeşmesinin başında! ” Der ve kaybolur. Bey koşarak eve döner, Anlatır durumu eşine Tellallar sokak sokak gezer Çağırır halkı çeşme başına Sonunda Bey ile Hanımı da gelir Ayazma’nın yanına. Bir keşiş yaşarmış Halep’te Bey gibi baba olmaya hasret O da durumu eşine anlatır Eşi Bey’in eşini kıskanır “Yarısını verse de ben de elmadan yesem Beyime ben de bir çocuk versem.” Düşüncesiyle Beyin Hanımına yalvarır Hanım dayanamaz Elma yarılanır Derler ki "Çocukların olursa biri kız diğeri erkek Birbirleriyle evlendirelim Halkın önünde Buna söz verelim. " Alkışlar arasında söz verilir Henüz olmayan çocukların Sözü kesilir. Önceleri heyecanla bekleyiş başlar Hamilelik anlaşılınca Sevinçle çalar zurnalar, davullar Ve dünyaya gelir Bir oğlan bir kız Dünyalar tatlısı çocuklar. Bey, oğlunun kulağına Ezanla "Mirza Bey", dedirtir Keşiş, kızına Han Sultan adını verir. ... Bey, dadılar bulur özel, Dört yaşına kadar gezer oynarlar güzel güzel Mirza Bey, yaşıtlarından Sofu ile birlikte Arkadaşlığı ve dostluğu tanır Öğrendiklerini ve yaptıklarını Her akşam babasına anlatır. Özel hocalar tutulur, dersler başlar Yıllar yılı kovalar Değişir zaman zaman hocası Terbiyesinden memnun Gurur duyar Mirza Bey’in annesiyle babası. Yaş on dört deyince Sofu, “Anladım öğrendiğimiz ilim yeter Aynı konular anlatılmaya başlandı baksana Teker teker! ” Babasına sorar Mirza Bey, Bey biraz düşünür sonra: “Şimdilik Sofu haklı.” der. Artık at binme ve avlanma zamanıdır Ok atma öğretilir, Nişan almada yarışırlar Atları sever Bey’in harasından iki at seçip Bir gün Avcıların arasına karışırlar. .................. Gece uykuları değişir Mirza Bey bir gece gördüğü rüyayı Sofu’ya anlatır: “Rüyamda bir kız gördüm dünyalar güzeli Dokunduğu yeri yakar Alevdendir pamuk gibi elleri Kaçtıkça kovaladı Sonunda yakalayıp Avuçlarına aldı yüreğimi. Uyandım uyuyamaz oldum Sofu kardeşim Bilmiyorum ben bu rüyayı niye gördüm.” Mirza Bey’in aklından çıkmaz Gündüz güneş gibidir, gece sayısız yıldız Her rüyada onu görmek ister Tam görecekken sabah olur Rüya biter. Unutmak için ava çıkarlar Şahinini alır yanına Mirza Bey Kuş avlarlar Biri şahinden kaçmayı başarıp bir bahçeye saklanır Mirza Bey kuşun peşinden gidip Güzel bir bahçede kuşu aranır. Birden durur Bir çift göz görür rüyasından fırlayıp gelmiş Mirza Bey’i görünce Rüyasındaki kız, hafifçe gülümsemiş. Kız karşısında öylece durur “ Sen rüyamdaki kızsın! ” diyerek Uzanıp pembe yanağına Bir öpücük kondurur. Pembe yanaklar al olur Mirza Beyin dudakları bal olur Dünyanın en tatlı sesine bürünür “Kerem eyle aslımı rüsva etme! ”, der kız, Boyun bükülür. Peki der” Mirza Bey, Bundan sonra ben Kerem’im, sen de Aslı.” ......... Aslı olmadan günler geçmek bilmez Ne yemeğin tadı vardır Ne geceleri gelir uykusu Ne de eskisi gibi berraktır İçtiği su. Kerem yamadan içmeden kesilir Her geçen gün Biraz daha erir. Babası durumu fark edince “Bir derdi var ama nedir? ” diyerek ünlü tabipler bulunur Onlara Keremin derdi sorulur Kimseler bir şey bulamaz Keremin derdine Hiç biri çare olamaz. Gün görmüş bir kadın Yılların tecrübesiyle olayı anlar Kızın adını öğrenir Bey’e anlatmaya başlar “Bey, oğlun âşıktır Keşişin kızı Aslı’ya O sebeple kesilmiştir yemeden içmeden Bana kalırsa düzelmez Aslı ile düğününü görmeden...” Bey düşünmez bile, “Hemen çağırın Keşişi! ” diye kükrer Haberciler gidip çağırır Keşiş Hanımıyla dertleşir “Zamanı geldi Hanım Bey çağırmış, kızı isteyecektir Bir söz vermiştin elmanın yarısını yerken Sözün vakti geldi Kızını ver diyecektir.” “Olmaz! ” der Hanımı, “Müslüman’a kız vermem Sen git tamam, de ki verdim Kızımı alırım yanıma Bulamayacağı diyarlara giderim.” Bey’in huzuruna gelir, Keşiş Bey: “Bizim oğlan âşık olmuş kızına haberimiz olmadan Yemeden içmeden kesildi Allah’ın emri ile kızını istiyorum oğluma Zaten hatırlarsan Elmanın yarısı yenirken sözleri verilmişti.” “Sözümüz sözdür Bey’im Kızım kızın, oğlun oğlumdur artık Hazırlığımızı yapalım lakin Bize biraz müsaade derim.” Diye cevap verir Keşiş Bey planından habersiz Keşişin “Elbette! ” der “Ne lazımsa söyle Kâhya sana verir! ” Keşiş eve dönerken Kerem müjdelenir Aslı’yla evlenecektir, istemiştir babası resmen Keşiş’ten Artık Aslı Keremin sözlüsü sayılır Kerem duyunca, sevinçten “Acıktım! ”, der, iştahı açılır. Planlar kurar kendince Sabah bahçeye gidip Aslı’sını görecektir Elini tutacak Onu ne kadar sevdiğini söyleyecektir. ....................... Oysa gece yarısı Keşiş, Yüklemiştir değerli eşyalarını atlara Aslı’yı ve Hanımını alarak Kaçarlar bilinmez diyarlara. Sevinciyle uyanır Kerem kuşluk vakti Kalbi göğsünden çıkmak istemektedir Aslı’sını görmek için Yanağından öptüğü bahçeye gidecektir Onu nasıl sevdiğini Ona nasıl âşık olduğunu söyleyecektir. Gülümsemesini mutluluğu ile asıp yüzüne Mahmuzu vurur Nihayet kavuşacaktır sözlüsüne. Bahçeyi bulur erkenden Girip beklemeye başlar Evden ses duyulmaz Duvarlarda kimsesiz ve soğuk taşlar Kapıya bakar, kocaman bir kilit Ahırda atlar yok Anlar Aslı ailesiyle başka diyarlara gitmiştir. Hemen gidip Sofu’yu bulur “Kalk gidiyoruz! ” der “Aslı’mı götürmüşler, Acele edelim, eminim yol uzundur! Sofu, helallik alır annesinden babasından Kerem, kâhyayı bulup haber verir Anlatır durumu rengi soluk “ Babama söyle Şimdi başlıyor yolculuk! ” Çıkarlar Halep’in dışına Nereye gidilecektir belli değil Hangi yön Aslı’ya götürür Kerem’i bilemezler Gelenlere sorarlar: “Bir Keşiş, kızı ve anası derler Görüldü mü hiç giderken Dün gece geç vakit, Yahut bu sabah erkenden? ” Birileri sesler duymuştur Yolu gösterirler “Yalnız çok karanlıktı Aradıklarınız mıdır, bilemeyiz.”, derler. Kerem ile Sofu o yöne doğru at sürerler Bazen yaklaşıp bulduklarını sanır Sevinç ve mutlulukla gülerler. Her defasında omuzları çöker, Yanık türküler söylerler: Babası anası Aslımı saklar Kan doldu gözlerim hep ağlamaktan Ne zaman burada dediysem yoklar Kan doldu gözlerim hep ağlamaktan Rüyamda görmüşüm güzel yüzünü Daha doğmamışken nişan sözünü Almışım kaybettim şimdi izini Kan doldu gözlerim hep ağlamaktan Benimle geliyor tek dostum Sofu Gezdik Trabzon’u yemyeşil Of’u Nereden bulsun ki Allah’ın safı Kan doldu gözlerim hep ağlamaktan Kerem’im Aslı’ya âşıktır derler Saç sakala bakıp bana gülerler Yaklaştıkça benden uzak giderler Kan doldu gözlerim hep ağlamaktan ** Yanık sesiyle türküler söylerken Kerem Allah’a yalvarmaya başlar “İnsanlar ya söylemez Ya da bilir susarlar Ne olur benimle konuşsun hayvanlar.” Gece gündüz Her fırsatta duası bu olur Bir gün yaralı bir geyik Bir ağaç dibinde inlerken Acır Kerem, Sofu “ Acıktık. Yiyelim! ” derken Kerem kıyamaz geyiğin bakışlarına Gidip bacağındaki oku çıkarır, yarayı sarar Dile gelir geyik “Aslı’nı gördüm der Bir şafak vakti şu yoldan giderken Yalnız adına Aslı değil Han Sultan derler.” Sofu’ya bakarak Kerem: Doğru yoldayız, bir şafakta buradan geçmişler Bir ay önceler bizden, hızlanalım Geyik görmüş söyledi bana Az ileride bir kaynak var Orada mola vermiş, su içmişler.” Şaşkın şaşkın bakıp Sofu, İnanamamış geyiğin sözüne Geyikler konuşur muymuş diyememiş Üzmemek için Kerem’i “Hadi gidelim kaynağın özüne.” Diyerek sürmüş atını “Orda kaynak yoktur.”, diyormuş içinden Kerem teşekkür etmiş Okşayarak geyiğin suratını. Binip atına koşturmuş Kaynağın başında hayretle duran Sofu’nun yanına oturmuş. “Dualarım kabul oldu demek Artık haram olsun bana Konuştuğum hayvanları yemek.” Diyerek, anlatmış Sofu’ya Kuşlar gelip omzuna konmuş Kerem’in Avucundan su içmişler Moral olsun diye “ Umudunu kaybetme sakın, kavuşacaksın! ”, demişler. Arar dururum ben nice yolları Dağları aştım da geçtim selleri Tanıdıkça artık yaban elleri Kurtlar ve kuşlarda duydum dilleri Geyikler ceylanlar ve kelebekler Haber vermek için hep yolum bekler Boyun büküp yolum dedi çiçekler Gül ve goncalarda duydum dilleri Yayımı okumu fırlatıp attım Üç beşe bakmayıp kılıcım sattım Başımı yerlere koyarak yattım Taşlar ve toprakta duydum dilleri Aslı’mı ararım cihan biliyor Dostlar ve düşmanlar Kerem’sin diyor Bütün yollar inan sana çıkıyor Karlarda yağmurda duydum dilleri. Yanık türküler söyleye söyleye Yola koyulmuşlar Nihayet bir şehre gelmiş Aslıların kaldığı yeri Bir bülbüle sormuşlar. “Kayseri” demiş bülbül “Buradaysa buluruz Sen hiç merak etme Seni Aslı’na Tez zamanda kavuştururuz. Siz bekleyin şu handa Ben haber vereyim Bütün kuşlar Toplanmıştır meydanda.” Bülbül uçup gitmiş Kerem ve Sofu, bir hana yerleşmişler Biz çok uzaklardan geldik Yabancıyız demişler. ................................... Kerem türküler söylemiş dertli Gördüklerini anlatmış, duyduklarını Açlarmış yemiş doymuşlar Hancının masaya koyduklarını. Geç olmuş zaman Çekilip odalarına yorgun, uyumuşlar Rüyasında Aslı ile Kerem Koşup birbirlerine sarılmışlar. Şafak sökerken bülbül pencereye konmuş Seslenmiş dem giderek Kerem’e “Bulduk! ” diye feryat ediyormuş “Kalkıp gelirsen tarif edeceğim pencerene.” Sesler önce uzaktan duyuluyormuş Kerem rüyanın etkisiyle mesut Uyuyormuş. Sonra uyandırmış sanki bir el Kerem’i Kalkıp bülbülü dinlemiş “Kalk Kerem kalk Aslı’nı bulduk Annesi dişçi olmuş Gidip penceresine konduk.” Diyormuş. “İki sokak ötede Bahçesinde ceviz ağacı var Aslı’yı senden kaçırıp İşte o evde saklarlar.”, diyerek evi tarif etmiş. Sonra neşeyle Güzel sesli bülbül Uçup gitmiş. Kerem Sofu’ya koşmuş “Bulduk, bulduk nihayet Ama emin olmalıyım orda olduğundan.”, demiş. Büyük ceviz ağacını bulup, kapıdan içeri girmiş “Dişim ağrıyor! ”, demiş Aslı’nın annesine “Bir dişe bir altın alırım çekersem.”, demiş Oturmuş divana, Kerem ağzını açmış Kadın keremi tanımamış “Üç dişin var çekilmesi gereken! “Çek! ” demiş kerem “Han Sultan! ” diye seslenmiş kadın Kapı açılmış Aslı girmiş içeri Daha bir güzel, daha bir çalımlı Yürüyüşü nazlı Ama alımlı. Oturmuş divana “Yat dizime! ” demiş Aslı’nın dizine yatmak... İçinden Kerem şükürler ediyormuş Aslı arada konuşuyormuş Bu arada annesi Kerem’in dişini çekiyormuş Her defasında “ Ağrı geçti mi? ” Diye Kerem’e soruyormuş. Kerem her defasında “Hayır! ” diyormuş. Birkaç diş çekildikten sonra Kadın “ Ağrı devam ederse yine gel, Çok fazla kanama olmasın” demiş Avucundaki dişleri sayıp O kadar altın istemiş. Kerem kesesini çıkarınca Aslı, üzerindeki amblemi tanımış Ama aldırmamış. Ertesi gün Kerem yine gelmiş Ağrının devam ettiğini söylemiş Aslı yine gelmiş, Kerem’in başını dizlerinin üzerine koymuş İlgisizce tutunca başını Kerem içinden dua etmiş “Allah’ım, Aslı’ya karşı duyduğum aşkın yarısını Çektiklerimin karşılığı olarak Aslı’ya ver! ” İşte o anda duası kabul olmuş Aslı, Kerem’de aşkını bulmuş. Annesinin şaşkın bakışları arasında “ Kerem, ne olur affet beni Sana çok çektirdim Ama sana âşık olacağımı bilsem Babamın ve annemin peşinden gelir miydim? Artık bir yere gitmem Benim yerim senin yanın.”, deyince Annesi küplere binmiş Kerem’i kovarak dışarı Doğru Keşişin yanına gitmiş. Oturup düşünmüşler Keşiş, Kayseri Valisinin yanına gitmiş Kerem’i Şikayet etmiş “Evime girip, Namusuma göz dikti.” Diye Vali çok kızmış “Halkımdan birine bu yapılamaz Yakalayıp getirin Cezası asılmaktan başka olmaz Olamaz! ” Askerler gelip yakalarlar Kerem’i Darağacı kurulur Boynuna geçirirler kemendi Namaz vaktini beklerler Bu arada kuşlar uçuşup Kerem’in etrafında “Derdini anlat, Türkünü söyle.” Derler. Sofu, Valinin kız kardeşine ulaşıp Büyük aşkı anlatır Af diler, yardım ister Birlikte Keremin yanına gelirler Kerem Yanık sesiyle türküler söylemekte Ölümü beklemektedir. Kaç yıl oldu kaçtı onu sevenden Kuşlara sordum da buldum yerini Anası babası sakladı benden Taşlara sordum da buldum yerini Aç yatıp tok kalktım, gecem olmadı Aramaktan başka hecem olmadı Gözümde akacak damla kalmadı Yaşlara sordum da buldum yerini Anası söz vermiş, sözlümdür benim Babası söz vermiş sözlümdür benim Rüyamda görmüşüm sözlümdür benim Düşlere sordum da buldum yerini Alıp kızı kaçmak mertlik mi deyin Aslıma kavuşmak suç mu söyleyin Bey oğluyum sakın bana gülmeyin Dişlere sordum da buldum yerini ... Sevmek suç mudur Kayser ilinde Aslımı sevdim saçı belinde Dertli başım var vali elinde Aslım uğruna keser giderim Halep’ten çıkıp gelmişim size İnanılır mı keşişin söze Başım koymuşum Aslı’mın dize Sevdam uğruna eser giderim Öptüm yanaktan gördüğüm ilk gün Ben bekler iken şanlı bir düğün Başıma geçti yağlı ilmiğin Kader diyerek küser giderim. Valinin kız kardeşi duyunca bunları İdamı durdurup Ağabeyine koşar Anlatır aşkı, kara sevdayı Vali dinler “Az daha bir masumu öldürecektim! ”, demek Diyerek Keşişi çağırtır “Bu akşam düğün dernek kurulacak Kerem ve Aslı Bu gece birbirine kavuşacak! ” diye buyurur Keşiş üzgün döner evine Anlatır olanları eşine Sandığı açıp hınçla Bir yelek bulur kırk düğmeli Der: “Hiçbir zaman Kerem’in eli kızıma değmemeli! ” Hemen düğün dernek kurulur Aslı ve Kerem Vali konağında evlenirler Hocalar gelir, dualar okunur Aslı gerdekten önce Müslüman olur. Vali hazırlatır en güzel odayı Gerdeğe girer Kerem ile Aslı “Babam giydirdi Bu yeleği Canım Kerem’im Elbet vardır babamın Bunda bir hinliği.” Der Aslı Kerem, namazın kılıp şükreder önce Sonra boynuna takar yüz görümlüğünü Bismillah diyerek düğmeleri çözmeye başlar Her çözülen düğme Kendi kendine iliklenir Sabaha kadar sürer bu inatlaşma Bir türlü sökülmez yelek Düğmeler açılmaz Kerem artık bu hasrete dayanamaz Bir ah! Çeker Ateş olur, alev olur ahı Keremi oracıkta yakar Aslı çaresiz Önce ağlar Gözyaşlarıyla birlikte saçlarını çözüp Kerem’in küllerini toplar Bir kıvılcım hazır beklemektedir Tutuşur Aslı’da uzun ve güzelim saçlarından Kül olurken bile Hâlâ yaş süzülmektedir Pembe yanaklarından... Gökten üç elma düşer Biri dostluğu bedelsiz yapana Biri düşene aşkının ardına Biri de bıkmadan okuyup, bu mısraya bakana. Not: Bilinen en eski tarihli yazmalardan biri olan Mecmûatü’l-letâif sandûkatü’z-zerâif adlı cönkteki varyantına göre şiirleştirilmiştir. |
Emek verilmiş bir çalışma
Emeğe
Tebrik ve saygı ile