Şah Aklını KaybedinceI Karanlık çekirge orduları gibiydiler Parlak şatafatlı üniformaları ve Tepeden tırnağa silahlarıyla Karanlık çekirge orduları gibiydiler Yıl 1745 Yurt Dağıstan Bölge Andi Boğazlamak için girmişlerdi yılanlar Yüksek tepelerdeki çocukları Kartal yuvalarında Her çağda rastlanırdı Büyütmeye gerek yok Bir Şah’ı vardı İran’ın Adı Nadir’di haytanın Kuyruğunun tükendiği yerde Soyu tükenecekti Tüm zorbaların yittiği gibi Zulüm ve kan denizinde! II İşaret parmağı gösterdiğinde Yoksul dağ köylerini Başlamıştı Azrail’le pazarlık Başlamıştı ölüm Alım Satımı! Ne kötü ticaretti Bir bilse Bilmesi içinse Can vermesi gerekirdi Meydanlarda ön cephede. III Doğrusu ihtişamı ve saltanatından Dondururdu çevresini! Fakat! ! ! Tüylerin dikeldiği o gün O gün savaş günüydü! Öyle koca koca donanımlı ordular Ya da denk rakip güçler değildi Karşı karşıya Yaman! Tenin ürpertiye Tüyün korkuya dikeldiği -Zayıf ancak haklı karşısında düştüğü güçsüzlükle- Cesareti pusaran gündü! O gün yani Bir Mağharulal köyü önünde Suğratl’da! IV O karargah, o korkunç oyunun Hazırlandığı tezgah, karargah Çok gözlü bir ejder gibi Savaşın akışını seyre tepeden dalmıştı Düşünen bir beyin gibi amma Körlüğünden düşen uçurumlara! O karargah, o korkunç oyunun Tasarlandığı tezgah, karargah Çok gözlü bir ejder gibi Utançtan ve şaşkınlıktan Kaşıyordu dokuz elle Dokuz gözünü Gözbebeklerinde çaresizlik Okunuyordu ve Karargah sonra dokuz eliyle Kapatıyordu utançtan yüzünü Örtünen lekesiyle Karargah hüzünlü bir canavara Benziyor ve korkuyordu! V Zalim Şah çekilmiş seyrediyordu İçinde fırtına ve milyon heyecan. Durçi dağının tepelerinde Kurulu karargahında Yanında tutsak han Surhay GaziKumuk önderi. Der ki bir aralık, zorba Şah; “Kimdir bu yiğit savaşçı? ” Göstererek çapulun ve kıyametin ortasında Ölüm püsküren el, kol ve oyanayışlarıyla -“Kimdir bu ölüm makinesi? ”- “Kimdir bu savaşı sanatlaştıran? ” Bir nefeslik durur ve yanıtlar GaziKumuk arslanı Han Surhay; “Oğlum! ” böyle binlerce oğlu olduğunu düşünerek savaş cehennemine takılı kalır gözleri kıvılcım düşleri bakışlarına teslim tekliflerine red başkaldırı yol bir tek! VI Direniş çelikten biçilmiş bir kaftan Direniş bir özgürlük türküsü Kayan dudaklardan Durçi dağ eteklerine akan. Direniş tutkusu, onurun Baş taşıma gururu ve kıvancı İki omuz üzründe Direniş; Hem savunma Hem taaruz Çıkışı doğruların kabuklarından! VII Soğratl’da çileli bir savaş Kıran kırana Salih yüreklerde korku sınavı Can buranı burana! Düşman kalabalık yediden yetmişe silahlı Kana susamış gözü dönmüş Ve geçtiği yeri ezen Bin belalı ot gibi sarmış Dağıstan toprağını yaygın yabanıl Dağıstan çileli toprak Yine kanıyor yüreğin içten içe! VIII Dağlarda sızı Kan fışkırıyor Yaman atlıların Olduğu yerden. Doğru ya! Nedir bu bilmece? Karşı karşıya insan İnsan insana karşı karşıya Kıyım ve kıyam halinde! IX Kendi kendinle çetin sınavlardasın insan! Kimi haklı, zorba kimi Kimi topuklarıyla nam salmış Kimi parmak uçlarıyla. Biri işgalden sarhoş Diğeri yurt sevgisinden Özgürlük köleleriyle Şahkulu’nun öyküsü! X Yükselir kesik Kesik sesim! Kandan nehirlerin kabardığı Durçi yamaçlarında; “Köleliğe son veren olmayacak kılıçlarımız ve hükmeden organlarımız iyiliğinden bizlerin yani özgürlük kölelerinin! ” “Ya siz Şahkulları, ya siz! Bir avuç altın Biraz şöhret ya rütbe Ya sizin bu işgal şevki Hakim olma hırsı, coşkusu Varın gidin kıyamın sofrasından Soğratl’dan, Çoh’dan, Muha’dan Varın gidin yurdunuza yavuklunuza Dost bildik ocaklarınıza Bırakın sofrasında ekmeğini yoksulun Dağlı damarı uyanmıştır bırakın Varın gidin yiğitlerin elinden Kurtarın kutsalsa –Ki öyledir- canlarınızı Teslim etmeyin zorbayla pazarlıklı O sinsi ölüm taşıyıcısı Azrail’e Kutsalsa aileniz Karınız çocuklarınız Dul yetim öksüz koymayın Ardında bırakdıklarınızı Varın gidin geldiğiniz gibi Yaşamın derinliklerine! ” XI Kızılca laleler yetiştiren İnce ruhlu ülke savaşçıları Tutsak yazık Şah’ın ağzından çıkan kelimelere! Kaçınılmaz bir can derdi herkesde Oluyor, belki de çok olacak Böyle kanlı oyunlar! Sürekli işlemek cesaretini Gösterecek zorbalar! Her defasında döktükleri Kanlar ve zulüm okyanusu Üzründe! XII İşte öyle bir imha sahnesi Gözbebeklerimizde Günlerce sürer döğüş Zafer savaşanındı Savaşçı inanıyordu Bilemediler Eremediler Azmin boynunu kırmaya. O karargah, o korkunç oyunun Hazırlandığı tezgah, karargah Çok gözlü bir ejder gibi Savaşın akışını seyre tepeden dalmıştı Düşünen bir beyin gibi amma Körlüğünden düşen uçurumlara! O karargah, o korkunç oyunun Tasarlandığı tezgah, karargah Çok gözlü bir ejder gibi Utançtan ve şaşkınlıktan Kaşıyordu dokuz elle Dokuz gözünü Gözbebeklerinde çaresizlik Okunuyordu ve Karargah sonra dokuz eliyle Kapatıyordu utançtan yüzünü Örtünen lekesiyle Karargah hüzünlü bir canavara Benziyor ve korkuyordu! XIII Sonra yollar çizildi Moraller gerildi Dağıstan’ın köylüsüne tüccarına Yaşlısına gencine Bilginine çobanına Oynak ayaklar verildi Savaşma sanatı bilgisine ek Buldular Obuk köyünde Düşmanın açık ensesini Görünce savaşanlar Giriştiler güçlü daha bir Soyundular ikinci bir zafere Yurtseven pehlivanlar Sırtını yere getirmek için Çullandılar işgalcinin üzrüne. XIV Tepeden tırnağa silahlı ordulara karşı “Savaşıyordu çapayla, çekiç” “Taşla bıçakla savaşıyordu Erkeğin bittiği yerde Çoluk çocuk ve kadınlar -Kadınlar ki taa Amazonlar’dan beri Yaşamışlardır bu topraklarda Acizliklerle baş etmesini! - Silahın tükendiği yerde Tırnaklarıyla katılıyorlardı Ölüm teknesinin rüzgarla Dalgalara karşı yürüyüşüne. O pandır’ı dillendirip Yumuşak hareketlerle Oyun oynayan hanımlar Kamalarla kılıçlarla Düşman başı almada. Şaşakalmıştı Şah! Kalmıştı ordu yaya Dağıstan dağ köyleri karşısında İşte göçük başladı işgal ordusunda Ürkütücü naralarla saldırıyor Dağıstan kadınları -Taa Amazonlar’dan beri buralarda savaşı sanatlaştıranlar arasında- saldırırken düşman üzrüne sanki ölümle savaşır gibi! XV İlk ihtişamdan kalmamıştı eser Bir Dağıstan eseriydi olanlar Kadınların zaferiydi Er bildiklerimize Ne Yunan ordusuydu Karşısında İran’ın Ne Çin ne de Hint Öyle kalabalık yığınlar yoktu karşısında İşte bakın artık kaçış başlamıştır Kaçmaya başlamıştır erkek ordular Kadın tırnaklarının artıkları olmak Ne zilletti tattık doğrusu Yaşamak belki Şah için Artık ölmekti Fakat o da ne Onlar kendilerini Basbayağı Ölü sayıyorlardı! Şah’ın gür sesi eridi Gitti granit kayaların ardında! XVI Uzaktan Ruh bulan bir devin İki ayak üzrüne Kalkışı hissolonuyordu. Yavaş yavaş geliyordu zafer Ağır ağır Gelene kıssa dedi eskiler Benimkine şiir! Sonra durup bir hisse çıkarttılar Bunca olandan İran’a “Şah aklını kaybedince saldırırmış Dağıstan’a! ” Ben de derim ki dostlar Herkesin kendi kendine Şah olduğu bir çağda Böyle akılsızlara hiç uymamalı Hiçbir yerde hiçbir zamanda Sonra aptal olmamalı “Yeni Şah! ” Satranç gibi yaşam oyununda Kıskaçta! |