ANNEMİ HATIRLIYORUM
Bu şiirim ,
TRT 2 televizyonunu için yapılan "FASL-I İSTANBUL" belgeseline konu oldu ve bu belgeselde bir zamanların İstanbul’u ve eski İstanbul kültürü içinde FASIL musıkimizin yerini, bir zamanın gazino kültürünü anlatanlardan biri olarak yer aldım... Annemi minnet ve rahmetle anıyorum...Beni bu kültüre ve milliyetime bağlı bir fert olarak yetiştirdiği için... ___________________________________ ANNEMİ HATIRLIYORUM annemi hatırlıyorum, dar vakitli, kurşun renkli ikindilerinde Emirgân’ın, akşamı beklerken.... oturma odamız sıcacık. “Şakir Zümre” sobasında, korlar çıtır, çıtır, üstünde mavi porselen demlikli çaydanlık. yeşil gözlü “Philips” radyoda saba faslı, ud’la ara taksimi; Şerif İçli’den... annemi hatırlıyorum, ikinci kattaki misafir odamızın şahnişinde, pencereye dayanmış, siyah sürmeli elâ gözleri, mor salkımlı akasyalara dalmış... akasyaların ardında Kanlıca uzakta, akşam güneşine boyanmış... annem, o güzel, ahenkli sesiyle, usulünce, eski bir şarkıyı söylemeye başlamış; “Kırdın ümmidimi, yıktın şu gönül lânesini, Dil unutmaz ölür amma, yine bir tanesini...” kaç kez gördüm onu böyle, şarkılara sarılıp, gizli gizli ağlarken.... annemi hatırlıyorum, kahve rengi kalın yapraklarının kenarları fistolu bir albüme hapsettiği gençlik yıllarında, henüz on beş yaşındayken sağ dizinde bir “zenne ud’u”, mızrap yakışmış yumuk eline, düzgün kaşları, gür perçemin altında gizlenmiş, üzerinde, “krep dö şin” den alfranga, kolsuz, epey kısa etekli bir elbise, yeni yetme kurumu, azametiyle, “Foto Sadi”nin objektifine çalım satarken annemi hatırlıyorum, Taksim Meydanı’ndan, Tarla Başı’na açılan köşede, 1957-58 lerde yıkılan “Kristal Gazinosu”nda, Selâhaddin Pınar’lı, Ahmet Yatman’lı, Necati Tokyay’lı bir sahnede, Hamiyet Yüceses’i, Perihan Altındağ Sözeri’yi, Ahmet Üstün’ü dinlerken... annemi hatırlıyorum, sene 1958, mevsim yaz, ilk okul ikinci sınıfa geçmişim, gözümde , nefret ettiğim miyop gözlüklerim. “pekiyi”lerle dolu karnem ve kırmızı satenden “başarı” kurdelam gözbebeğim, annemin göz bebeğinde ben, örgülerinde kolalı beyaz fiyonklar danseden siyah saçlarımı okşarken... annemi hatırlıyorum… sokakta oynamama izin vermezdi asla. komşu çocukların seslerini duydukça, gidip, gelip yalvarırdım da, kimin umurunda biraz da onun korkusuyla derslerimi hiç aksatmazdım ama, ille radyo açık olmalıydı çalışırken ve ille de şarkıları duymalıydım yanı başımda... ödevler bitince, (çocuk romanları külliyatında okunacak bir şey bırakmadığımdan) ya boyumdan büyük romanlara sardırırdım, ya da gömerdim burnumu, annemin tiryakisi olduğu “Radyo Haftası” dergilerinin sayfalarına ve zor hecelediğim, anlamını bilmediğim şarkı güftelerini ezber ederdim de sonra, pek sevinirdim o şarkıları radyoda duydukça, ne komiktim kim bilir annemle birlikte söylemeye çabalarken…. annemi hatırlıyorum… çok az kalmıştı okulların tatil olmasına taş sofamızda bir boy aynası vardı bir gün, aynanın karşısında ben, pür eda, elimde uzun saplı bir tahta kaşık, mikrofonum güya, Hamiyet Hanım’dan sahnede pek çok dinlediğim bir şarkıyı , yırtınarak söylüyorum, ona benzeterek aklımca “Bakmıyor çeşmi siyah feryâde, Yetiş ey gamze , yetiş imdâde.” buraya kadar pek ala beceriyorum da, “meyan” a gelince, ne çare elden gidiyor fiyaka. durur muyum, istifimi bozmadan soluğu mutfakta alıyorum tahta mikrofonumla, annemin yanında “bu şarkının hepsini öğret bana” diyerek, musallat oluyorum başına... annemi hatırlıyorum, bana şarkının meyanını, hevesimi kırmamak adına, tekrar, tekrar söylerken... “Gelmiyor hançer-i ebrû dâde, Yetiş ey gamze, yetiş imdâde.” şarkının bu kısmında pek güzel bir “gazel” vardır, annem onu da söylüyor sonunda. can kulağıyla, pür dikkat dinliyorum. sonra, annem susuyor, ben söylüyorum. “olmuyor” diyor, “olmuyor, dikkat et” olmadığını ben de biliyorum ama, fazla bir şey gelmiyor elimden. annemi hatırlıyorum, o zoraki konserin sonunda, beceriksizliğimden sabrı taşıp ta, ”git başımdan” diyerek, beni mutfaktan kovalarken... annemi hatırlıyorum, Emirgân’dan kalkıp yağmurlu bir günde, İstiklâl Caddesinin üzerindeki, (bu gün yerini eğreti iş yerlerinin doldurduğu) Saray Sineması’nda, bir “Münir Nureddin Selçuk Konseri”ne yetişirken soluk soluğa... salonda birbirinden şık, edepli, saygılı seyirciler sessizce yaslanmışlar koltuklarına, herkes, henüz açılmamış ağır kadife perdenin ardındaki sanatkârların ince akort seslerine kulak kabartmakta nihayet başlıyor konser, yerimiz ön sıralarda... annemi hatırlıyorum, öyle şık, öyle güzel. kızıl –kahve saçları dalga dalga. omuzları vatkalı, beli dar, siyah bir rob-manto giymiş, “Paçikakis”e ısmarlanmış, ince topuklu, siyah süet iskarpinler var küçük ayaklarında nefesini tutarak dinliyor herkes gibi, nedense yaşlar var göz pınarlarında... arada eğilip kulağıma, dikkatle dinlememi söylüyor ve saz üstatlarının isimlerini sıralıyor fısıltıyla ... annemi hatırlıyorum, aklım erip, okumayı söktüğüm günlerde, özenle sakladığı, sararmış bir gazete göstermişti, elleri ve sesi titremişti, “Şu resme bak” derken “Son Havadis” miydi, “Tercüman” mıydı unuttum, şaşkınlıkla bağırmıştım, “Aaa...bu sensin anne ! “ gazete 1938 tarihliydi, resmin çekildiği yer, “Dolmabahçe” büyük Ata’mızın cenaze merasiminde, O’nu son yolculuğuna uğurlarken. annemin kucağında, iki buçuk yaşında Yaratan’a geri verdiği o kıymetlisi, yüzünü hiç görmediğim ablam, bir göz yaşı ve dua harmanının içinde, foto muhabiri dokunmuş deklanşöre ve baş sayfada zamanı durdurmuşlardı birlikte yanaklarında sel gibi göz yaşları, hıçkıra, hıçkıra ağlarken.... annemi hatırlıyorum, aylardan Mayıs, sene 1960, Beyazıt’tayız... İstanbul Üniversitesinin bahçesinde, gençlik heykelinin kaidesine tırmanmışız, ortalık mahşer yeri, marşlar gökleri sarmış, “ Olur mu böyle olur mu? Kardeş, kardeşi vurur mu ?” annemin bir elinde Türk bayrağı, bir elinde ben; “yavru kurt” formalı, bileğimden sımsıkı tutmuş, dalgalanan kalabalığın omuzlarında bir tabut, “Turan Emeksiz” al bayrağa sarılmış. annemi hatırlıyorum, daha iyi görebilmem için beni, kucağına almış. bu gün gibi gözlerimdedir halâ, “Emeksiz”in yarasından sızan kanla, bayrağımız hare, hare ıslanmış... annemi hatırlıyorum, çocukluğumun tüm 23 Nisanları, 19 Mayısları, 30 Ağustosları,29 Ekimlerinde Dolmabahçe Stadında, ya da Vatan Caddesindeki resmi geçitli kutlamalarda, ben ve mahallemizin gençleri, çocuklarıyla kol kola, ellerimize verdiği kağıttan, çıta saplı bayraklarla, en ön saflarda, harp görmüş toprağına, aşkla sevdiği bayrağına ölüm pahasına sahip çıkan Mehmetçik’leri, onca topu, tüfeği, tankı, sancağı bağrına basar gibi göz yaşlarıyla, avuçları patlarcasına alkışlarken.... annemi hatırlıyorum, huysuz ve çekilmez çirkin ördekliğimde ergenliğimin, ilk bozgununda yüreğimin, var’a yok’a isyan edip, çemkirmelerimin , ayna karşısında geçirdiğim saatlerin dayanılmazlığına “Ya sabır” larla dişini sıkarken... ve sonunda kendi halimi hatırlıyorum, hakkımda hiç hayırlı olmayan öfkesi patladığında, kendime kaçacak bir delik ararken... annemi hatırlıyorum, mevsim kış, sene 2001... on yıl geçmiş sol kolumda yatarken, son iki yudum suyunu içip de, kalkıp Hak’ka yürüyüşünün üzerinden... yüreğimde, dilimde hala düğüm düğüm, o’na yeterince diyemediğim sevgi sözleri gönlümde hiç paylaşamadığımız duyguların tortusu.... annemi hatırlıyorum, güz yaprakları gibi topluyorum tüm anıları Çınaraltı’nda ki çay bahçelerinden her zaman oturduğu masada yağmur damlaları... tenha otobüslerden inen eski dostlar,âşina selamlar. o’nu yıllardır, beni doğduğum günden beri tanıyanlar eski günleri yâd ederek içtiğimiz buruk çaylarla yüreklerimizi ısıtıyor, sonra vedalaşıp ayrılıyoruz. Çınaraltı mahzun, “Kanlı kavak” çeşmesi mahzun, güvercinler çoktan uyumuş kurşun oluklarda... Meydan mahallesine çıkan yokuşta, o’nun ve babamın gölgesini görüyorum birden, önlerinde sekerek giden ben.... annemi hatırlıyorum, rüzgâra karşı yürürken sahilden, yüreğimde tarifsiz bir acıyla, o’nun en sevdiği şarkıyı Yahya Kemal in sözleriyle Selâhaddin Pınar’ın şaheserini söylüyorum içimden , “Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden, Geçtim yine dün, eski hazan bahçelerinden Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden." Ceyda Görk İSTANBUL Nisan 2001 |
tamda unutmaya çalışırken...