İSTANBUL AĞLARKEN, İSTANBUL GÜLERKENİSTANBUL AĞLARKEN Yavaş yavaş ağarıyor tanyeri, Topkapı kubbelerine yağıyor hüzün. Sur boylarında duruyor Fâtih, Taş kesilmiş atının nal sesleri... Donmuş ceddinin türküsü dudaklarında mehterânın... Seslenmiyor Münir Nurettin bir tepeden, Yahyâ Kemâl’in susmuş kalemi... Uçuşmuyor kuşlar Sultanahmet’te, İçini çekiyor Ayasofya, Kolları düşmüş de iki yanına... Kirlenmiş mavi atlas elbisesi, Kopmuş boğazında inci kolyesi. Emirgân’da lâleler bükmüş boynunu, Nerde Nedim’e âmâde kayıklar? Çamlıca’nın üç gülü solmuş, Güzel İstanbul’uma ne olmuş? Kâtibin elinde buruşmuş mendil... Bir ses ki uzaktan duyduğum; ’İstanbul’u, İstanbul’u artık hiç sevmiyorum.’ İSTANBUL GÜLERKEN Usul usul ağarıyor tanyeri, Kucaklarken güneş Topkapı kubbelerini, Geliyor gibi Fâtih bütün ihtişamıyla, Yaklaşıyor yavaş yavaş atının nal sesleri. Pala bıyıklı mehterân Söylüyor ceddinin türküsünü... Bir tepeden sesleniyor Yahya Kemâl, Ne kadar içten söylüyor Münir Nurettin şarkısını. Havalanıyor Sultanahmet’te şen kuşlar. Ayasofya kucak açmış herkese, ’Kim olursan ol gel’ Giymiş atlas elbisesini İstanbul, Boğazında incilerden kolyesi. Açmış kırmızı lâleler Emirgân’da, Nedim’e amâde çifte kayıksa... Şakıyor üç gülü Çamlıca’nın, Bir mendil buluyor kâtip Üsküdar’da. Bir ses geliyor dalga dalga; ’Ey güzel İstanbul, benim sevgili yârim...’ Hâlenur Kor |
Kaç aşık sokaklarında ah-landı kimbilir?
Kaç köşebaşında berduşlar şahlandı ve
Sen gülerek seyrettin
İstanbul.....
Kırdılar şişeleri, bağrında kanatırcasına
Kan kırmızısı şarapların kızıllığında ve
Sen umursuzca kirlendin
İstanbul.....
Gündüzler geceyi, geceler gündüzü kovaladı,
Şuursuzca, sormadın yorgunluğunda ve
Ağladı mavi gözlerin, İstinyenin koyunda
İstanbul.....
Ay tepende nöbetçi,yıldızlar gerdanlıktı
Dolaşmıştı saçların, Haliç rüzgarlarında ve
Uğraştında bir türlü çözemedin
İstanbul.....
Kimler sana göz koydu, abadı ezelden
Canverdiler kapında,naralarla gelirken ve
kestirdin kaç yiğidi surdibinde .
İstanbul.....
Adem ÖZEL (Sorgunlu)